Uyanış
4.7 CENNET
Cennet rölatif bir kavramdır. Mesela bir hayvanın cenneti, bedenin geçici hazlarıdır. Buna mukabil bedensel bir varlık olmayan, hilâfet ile vasıflanmış ölümsüz bir ruh olan insanın cenneti ise imanın hazzıyla yaşamasıdır.
Tabi iman derken bunun üstünde bir durmak gerek… İman, Allâh Rasûlü’ne inzâl olan Allâh hükümlerini kabul etmektir.
Örneğin, Allâh’a imanın cenneti, baktığın her noktada Esmâ’sıyla yüz gösterenin Allâh olduğunu görmenin hazzıdır (sevginin birleştirici gücü) ve bu cennetin, kişinin kapasitesine göre oluşan dereceleri vardır.
Veya kadere imanın cenneti, herşeyi yerli yerince görmenin hazzıyla yaşamaktır ve bu cennetin dahi kişinin anlayış seviyesinden kaynaklanan düzeyleri vardır.
Dikkat edilirse insan için cennet ötede bir yerlerde girilecek bir mekan olmaktan ziyade, imandan kaynaklanan içsel bir doyum, mutluluk ve huzurdur. Nitekim Rasûlullâh Efendimize (s.a.v.) Mi’râc’ta bir kabta şarap, bir kabta süt, bir kabte bal getirilmiş ve Efendimiz balı iman ile yorumlamıştır. Çünkü iman tadına varılacak manevi bir lezzettir.
Kur’ân’da dikkatlerden kaçan önemli bir incelikte şudur…
Kur’ân, Hz. Adem’in (a.s.) sonradan cennete girmediğini, fakat işlediği bir hatanın cezası olarak cennetten dünya yaşamına indirildiğini bildirir. Bu bildirim aslında cennete dair önemli bir Kur’ân işaretidir!.
Evet, Hz. Âdem (a.s.) cennete girmemiştir, çünkü cennet girilecek bir mekan değildir. Zira mutluluk ve huzur, insanın imanlı tutumundan kaynaklanan içsel bir hazdır!.
Kur’ân’da insanın yeryüzünde (beden şartlarında) halife olarak meydana getirildiği bildirilir. Çünkü insan, hakikatına imanın şuuru ve hazzını yeryüzündeki diğer türlere nazaran daha kapsamlı bir biçimde yaşayabilecek aşkın bir yaradılışa sahiptir.
Bunun farkında olan yeryüzü melekleri, Hakk’ın: “Ben arzda (bedende) bir halife meydana getireceğim” hükmüne asi olmamış, fakat hilâfetin kan dökücü ve fesat çıkaran bir türde (insansı türü/neanderthal) açığa çıkarılacağına şaşırmışlar.
Cin türünden olan Azazil ise, iman eksikliğinden dolayı biyolojik beden şartlarında bir halife olabileceğini anlayamadığından inkar etmiş ve bu hususta kendi doğruluğunu ispat etmek için insanla mücadeleye girmiştir.
Netice itibariyle yeryüzü melekleri, Hakk’ın hükmüne itaat ederek insandaki hilâfet özelliğine göre bir tutum almışlar; cin türünün çoğunluğu ise Hakk’ın hükmünü inkar ederek isyan etmişler. Bu tutumları da onların “şeytan” vasfıyla anılmalarına sebep olmuştur.
Evet, Kur’ân’ın bu konudaki bildirimi böyle…
Rasûlullâh Efendimiz (s.a.v.) bir açıklamasında şöyle buyurur: “İnsana cinden bir karîn ve meleklerden bir karîn tevkil edilmiştir. Her doğan büyüyen insanın yanında bu iki vardır. Bunlardan biri cin, diğeri melek türündendir. Biri insanı hakikatten saptırmaya gayret eder; diğeri de hakikatlere göre yaşamaya sevkeder!.”
Hal böyle olunca insanlar da etkisi altında olduğu bu ikiliden birine göre ya melekî ağırlıklı, ya da şeytanî ağırlıklı bir yaşam sürerler ve birbirine karşı da melekî veya şeytanî bir tutum alırlar.
Yani insanlar ya yeryüzü melekleri gibi, birbirlerindeki hilâfet vasfına saygı duyarak yaşarlar, ki bu öncelikle Allâh hükümlerine imandan gelen bir hazdır… Ya da cin türü gibi, birbirlerindeki hilâfet özelliğini inkar ederek, birbirlerine kendi üstünlüklerini ispat etmeye çalışırlar.
Rasûlullâh Efendimiz (s.a.v.) bir hadisinde şöyle buyurmuştur:
“Muhammed’in nefsi elinde olana yemin ederim ki (ey Kâbe), Allâh indinde mü’minin (imanın hazzıyla yaşayanın) hürmeti-saygınlığı, senden daha aziym’dir.”
Çünkü Gavs-ı Â’zâm Abdülkâdir Geylânî’nin (k.s.) “Risâle-i Gavsiye”sinde de belirttiği üzere Allâh ismiyle işaret edilen hakikat “hiçbir şeyde zâhir olmadı, insandaki zâhir oluşu gibi!..”
Üstadım Ahmed Hulûsi bu hususa güzel bir misalle şöyle açıklık getirir:
“İnsanlar Kâbe’de yusyuvarlak halka olup secde ederler.. Eğer ortada o Kâbe’nin yuvarlağını kaldırırsanız, görürsünüz ki insanların secdesi birbirlerinin varlığında olan Allâh’a dır!.”
İşte bizde eğer Kur’ân’ın bildirdiği üzere, bir insanın hilâfet özelliği ile meydana getirildiği hükmüne iman edersek, insanlara karşı tutumumuz tıpkı yeryüzü meleklerinin Hz. Âdem’e (a.s.) olan tutumu gibi olur… Ve sınırsız bir sevginin birleştirici gücü, karşılıksız bir vericiliğin sonsuz zenginliği, engin bir hoş görünün erdemli cennetini yaşarız.
Aksi takdirde Allâh hükümlerini inkar etmenin içimizde tutuşturduğu ayrımcılık, haset, öfke, nefret, kin ateşinin cehenneminde yanarız.
Yine bir açıklamasında Rasûlullâh Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyurur: “Kişi kendini benzettiği kavimdendir..”
Bizler beraber olduklarımıza karşı ya bir melek gibi Hakk’a itaat etmeye davet eden; ya da bir cin gibi Hakk’a isyan etmeye teşvik eden bir tutum alır ve aldığımız bu tutum, bizim hangi ikiliden birinin etkisi altında olduğumuzu gösterir.
Doğrusunu bilen Allâh’tır..
Waalwijk, 05-06-2016