Uyanış
BÖLÜM 1.5 KADER
Allâh’ım, verdiğine mâni olamaz, vermediğini verecek de yoktur; kazânı reddedecek güç de mevcut değildir.
Hz. Muhammed (s.a.v.)
Üstadım selam,
Biz, bize ulaşan tüm verileri beden şartlarına göre değerlendiririz. Bu düşünsel handikap, İslâm dinini anlamamıza da yansır. Böylece Kur’ân ayetlerini ve Rasûlullâh açıklamalarını türlü yorumlarla anlayışımıza uygun hale getirmeye çalışırız.
Uydurmaya çalıştığımız konulardan biri de “kader” konusudur.
Kader hakkında Efendimiz (s.a.v.) bir açıklamasında şöyle buyurur: “Kadere, hayrına ve şerrine iman etmedikçe, başına gelenin asla şaşmayacağına, başına gelmemesi mukadder olanın da asla gelmeyeceğini bilmedikçe, hiçbir kul iman etmiş sayılmayacaktır.”
Naklettiğim bu hadisten anlaşılacağı üzere, kişi “kadere iman” etmedikçe, İslâm dinini kabul etmiş sayılmaz!.. İman esaslarından olan kadere iman etmek ise, ancak ne olduğu anlaşıldıktan sonra mümkündür.
Bu yazımda kader konusu hakkında anladıklarımı naçizane paylaşmak istedim..
Evrende var olan herşeyin aslı bilgidir. Bilgi ise ismi Allâh olan hakikatın ilminde ilmi olan Esmâ’sının açığa çıkış seyri için takdir ettiği bir yazgıdır.
Dolayısyla evren, Allâh’ın ilminde takdir ettiği yazgı istikametinde Esmâ’sının sistemsel açılımı olarak vücud bulmuştur (var algılanmıştır).
Yani Allâh, ilminde (varlığın oluşum planı ilimdir), ilmini (Esmâ’sı ile işaret edilen özelliklerini), ilmiyle (takdir ettiği yazgıya dayalı olarak) seyretmektedir.
İnsan, Allâh ilminin açığa çıkış seyri için, ilminde takdir edilen yazgı içindeki sayısız yazılımlardan bir yazılımdır. Tasavvuftaki tabiriyle ilmî sûretlerden bir sûret veya Esmâ terkibidir.
Varlıkta var olan her bir şeyin oluş ve açığa çıkış noktası, Allâh ilmindeki yazgı/yazılım boyutudur. Bilim buna “örtük düzen” der ve “kuantum potansiyel” ismiyle açıklık getirir. Burası Efendimiz’in (s.a.v.) “kaderleri yazan kalemin kuruduğu” diye işaret ettiği “Levh-i Mahfuz”dur.
Evren ve kapsamında her ne varsa, tıpkı bir ağacın oluşum bilgisinin çekirdeğindeki genlerde kodlu oluşu gibi, kuantum potansiyelde yazılım olarak mevcuttur ve bu yazılım holografiktir.
Buna göre örneğin bir gül, gül olma bilgisi dışarıdan edinmez. O, gül olma bilgisini, holografik bir yazılım olarak bünyesinde barındırdığı kuantum potansiyelden alır. Bizler o yazılımı, hücre çekirdeğindeki genetik katman olarak algılarız.
Bir bahçivan, gül tohumuna gül olması bilgisini dışarıdan aşılamaz. Bahçivan sadece gül tohumunun içindeki genetik yazılımın açılımı için uygun şartları sağlayabilir.
Verdiğim bu gül örneğindeki gibi, bizler de sadece birbirimizin yazgısında olanı harekete geçirerek açığa çıkmasına vesile olabiliriz.
Yani yaradılmış her şey, birbirlerinin yazılımlarını tetikleyerek harekete geçirmek üzere genel sistem içinde yerini alır. Dinde buna “Allâh’a kulluk etmek” denmiştir.
Burada akla şöyle bir soru gelebilir…
Bilim, genetik manipülasyon ile organizmanın genetik yazılımını değiştirebilmekte… Hatta bu şekilde farklı tür dahi meydana getirmesi mümkündür. Peki bu kaderi değiştirmek anlamına gelmez mi?.
Büyük resmin sadece küçük bir bölümüne odaklı düşünürsek, bu sorunun cevabı: evet..
Fakat resmin bütününe genel bir bakış atabilirsek…
Tüm boyutları ve detaylarındaki sayısız türleriyle evrende, bütünsellikle çelişmeyecek dinamik bir nizamın yürürlükte olduğunu müşahede ederiz.
Konuda biraz daha derinleşecek olursak eğer, bu defa evren dediğimiz yapının Hakk’ın varlığı olduğu gerçeği ile yüzleşiriz. Ve fark ederiz ki gayrından münezzeh, Hakk’ın varlığı olan evren!.. ilminde, ilmî potansiyelinin açığa çıkış seyri için oluşmasını takdir ettiği yeni yazılımların yazgısını, kendi ellerinden bir el olan diğer yazılımlar eliyle gerçekleştirir. Tevbe sûresi 14. ayet bu gerçeğe mecazda şöyle işaret eder:
“Savaşın onlarla (ki), Allâh elleriniz olarak onları azaplandırsın.”
Buna neden şaşırıyoruz ki… Varlığımızı oluşturan yazılım anne rahmindeki yumurtaya babamızın kalemiyle yazılmadı mı?!. Ve bu işlem Allâh ilminde gerçekleşmedi mi?.
Şu da var ki, Allâh ilminde herhangi bir şeyin oluşumu ve gelişimi, genel açılıma uyumlu olarak gerçekleşir.
Bizler genel olarak bir kişinin kendi içselliğinde yaşadığı hakikat farkındalığının -velâyetin- dışa vurumu olan risâlet ve nübüvvet işlevlerini, ötemizdeki bir tanrının yeryüzünde kendine seçtiği bir kuluna, kendi adına hareket etme yetisi bahşederek o kulunu bir misyonla görevlendirmesi ve görevlendirdiği misyonuna hizmetini kolaylaştırmak için kuluna destek vermesi şeklinde, zanna dayalı yorumlarla bir din kurgularız.
Halbuki ne bir tanrı vardır dışımızda, ne görev veren vardır, ne de verilen göreve hizmet eden.
Evren ve kapsamındaki herşey, Hz. Muhammed’in (s.a.v.) Allâh ismiyle açıkladığı TEK’in ilminde, ilmî potansiyelinin (Esmâ’sının) açığa çıkış seyri için tasarladığı yazgının, kendi içinde meydana getirdiği çok boyutlu hologramik projeksiyonudur. Dolayısıyla kendinden kendine gerçekleşen bu seyirde ilim de O’nundur, irade de O’nun, kudrette O..
ALLÂH İLMİNDEKİ sayısız yazılımlardan bazıları, ana işletim sistemi tarafından otomatik olarak kendi programları doğrultusunda işlev görmeleri için harekete geçirilir.
Harekete geçen yazılımlar da bağlantıda oldukları daha alt birimleri tetikleyerek, onları da kendi programları doğrultusunda işlev görmeleri için harekete geçirir.. Onlar da daha alt veya feedback yollu üst birimleri tekrar tetikleyerek işlevsel kılar ve bu böylece devam eder.
Böyle muazzam ve mükemmel bir yaratılış sistemi içinde, Allâh Esmâ’sının her an yeni bir şe’n alarak kuvveden fiile çıkış seyri gerçekleşir.
Örneğin bilgisayarda Windows veya Mac gibi ana işletim sistemi vardır ve yanı sıra birçok yazılımlar (software). Her biri bilgisayar harddiskine kodlanmış datadır.
Bilgisayarı açtığımızda ilk önce ana işletim sistemi harekete geçer ve kendi programı doğrultusunda işlev görmesi için kendisiyle beraber gerekli tüm yazılımları da tetikleyerek harekete geçirir.
Kimi yazılımlar ana işletim sistemini desteklemek ve korumak için, kimi yazılımlar kişiye özel bir gaye için, kimi yazılımlar yeni yazılımlar oluşturmak için, kimi yazılımlar da virüs gibi ana işletim sistemini çökertmek için yazılmıştır.
Birbirinden farklı amaçla meydana gelmiş sayısız yazılımların her biri tek bir alana (harddiskte) kodlanmış olup, bilgisayarın kalbi olan ana işletim sistemiyle hayat bulur ve yine ana işletim sistemi üzerinden birbirleriyle bağlantı kurup, birbirleriyle kaynaşır veya mücadele ederler.
Ana işletim sistemi bilgisayarın ruhudur, çünkü tüm yazılımlar kendisiyle Hay ve Kayyum’dur. Efendimiz’in (s.a.v.) “Allâh önce ruhumu halketti” işareti, tasavvuftaki tabiriyle “Ruhu Âzam” da herşeyin kendisiyle hayat bulduğu evrenin ruhudur.
YAZILIMI gereği bir birime kolay gelen işler, bize o birimin oluşum gayesi hakkında fikir verir...
Sahâbeden İmran ibn Husayn r.a. bu konuda şöyle demiştir…
Bir kimse tarafından şöyle soruldu:
- Yâ Rasûlullâh, cennet ehli ateş ehlinden (ayırt edilip) bilindi mi?..
Rasûlullâh s.a.v.:
- Evet!..
Yine o zât tarafından:
- Öyle ise amel edenler niye böyle çalışıp duruyorlar?.. denildi.
Rasûlullâh s.a.v.:
- Herkes niçin yaratıldı ise, onun yolları kendisine kolaylaştırılmıştır!..
Bu hadis gibi, “kader” konusu ile ilgili bizlere nakledilen birçok hadis hep aynı gerçeği dillendirir.
O gerçek şudur…
Bir ressama resim yapmak, avukata avukatlık, siyasetçiye siyaset, bilim adamına bilim, filozofa felsefe kolaylaştırıldığı gibi; Allâh ehline de özünü bilmek ve yaşamak olan velâyet kolaylaştırılmıştır.
Yaradılışı gereği birime kolaylaştırılmış olanı bir göreve veya hizmete atfetmek, işin aslını bilmemenin getirdiği aldanıştan ve avuntudan başka bir şey değildir.
Birimin oluşumunda varsa tüccarlık, kendisine “tüccar ol” denmese de gönlü tücarete meyledecektir.
Yine birimin oluşumunda varsa ressamlık, kendisine “resim yap” denmese de gönlü resim yapmaya meyledecektir.
Bu hususta sadece birimin gönlünün meylettiğini dışarıdan kendisine fark ettirecek şartların onu tetikleyerek harekete geçirmesi yeterlidir.
Bir annenin çocuğuna annelik yapması, dışarıdan gelen bir komut ile olmayıp, bilginin içsel bir güdü ile açığa çıkışıdır. Tabiki kadının bünyesinde olan annelik bilgisinin bir çocuk tarafından tetiklenmesi şartıyla!. Bu tetikleme de ya izlenim ile olur, ya da bizzat doğurmakla.
Birimin oluşumunda varsa velâyeti yaşamak, kendisine dışarıdan bir etki gelmese de gönlü kendini tanıma arzusuyla yanacak ve kendisini aydınlatan ilim dışarıdan değil, oluşum programından kaynaklanan bir biçimde, içten bilincini aydınlatacaktır.
Bir de başkasının yazılım nûrunun ayna nöronlar vasıtası ile diğerinin bilincini parlatması durumu vardır.
Kişi geçici bir süre başkasının nûrundan etkilenebilir. Belki bir ömür etkisine kapılıp obses olabilir. Fakat ne yaparsa yapsın asla kendisini etkileyen o bilgi doğrutlusunda gelişim göstererek gerçek anlamda aydınlanamaz. Çünkü yazılımı o istikamette değildir!.
Kişi gerçek manada aydınlanamıyorsa, aydınlanmış taklidi ile kendini kandırma yoluna gider. “Kendini kandırma” durumu, stresin zararlarından kendini korumak için beynin bilinçaltında geliştirdiği bir çözümdür. Etki azaldıkça da kişi asıl gayesi istikametindeki yaşamına geri dönecektir.
Sahâbenin “Yâ Rasûlullâh, seninle beraber olduğumuzda neredeyse meleklerle beraber olacağız, fakat senin yanından ayrıldığımızda yine eski halimize dönüyoruz..” sözü, bir yönüyle bu gerçeğe işaret etmekte olduğunu düşünüyorum.
Evet… Her oluş, yazgısının gereğini yerine getirmek üzere yaşarken, bağlantıda olduğu başka birimlerin yazılımlarını tetikleyerek, onları da kendi programları doğrultusunda harekete geçirir. Böyle bir sistem içinde, sizin “Evrensel Sırlar” kitabınızda belirttiğiniz üzere “elastik kap, zorlanarak genişler; elastikiyeti olmayan ise dönüşüme girer..”
NETİCEDE… Kişinin yazılımında olmayan bir özelliğin kendisinde açığa çıkmasını veya çıkmamasını Allâh kavramı dışında herhangi bir sebebe veya mazerete bağlaması, kader sırrını anlamamış olmasından ya da kader hakkındaki Kur’ân ayetleri ve Rasûlullâh açıklamalarına imansızlığından kaynaklanır.
Kadere iman, beynimizi sebeplerle oyalamadan, esas gayesine odaklanmasını sağlamak içindir!. Zira sebepler ya da mazeretler, beynin kendini rahatlatmak için olanları veya olacakları akla yatkın hale getirme girişimidir.
Bu konuda Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyurur:
- Hiçbir kişiyi onun güzel işi ve ibadeti cennete koyamaz!..
Bunun üzerine ashabı sordu:
- Seni de mi koymaz yâ Rasûlullâh?.
Rasûlullâh (s.a.v.) şöyle cevap verdi:
- Evet, beni de!.. Allâh’ın fazlı ve rahmeti beni kuşattığı için cennete girerim. Bu sebeple ashabım, iş ve ibadetlerinizde ifrat ve tefritten sakının. Doğru yoldan gidip Allâh’a yaklaşınız. Sakın hiçbiriniz ölümü temenni etmesin!.. Çünkü o, hayır sahibi ise, hayrını artırması umulur; günahkar ise tövbe ederek ölmesi beklenebilir.
Sevgi ve saygılarımla
Waalwijk, 20-02-2011