Uyanış
BÖLÜM 2.10 KABUĞU AT
Bal kavanozu yalamakla balın güzelliklerine erilemeyeceği gibi, varlık terk edilmeden de “vahdet kelâmı etmekle, “vehim” terkedilmez.
Üstad Ahmed Hulûsi
Üstadım selam,
Nörobiyoloji, gözden sinir yolu ile beyne akan frekanslardaki verileri işleyen, her biri görüntünün farklı bir detayına özelleşmiş otuzun üzerinde devrenin varlığından bahseder. Bu devrelerin birbiriyle oluşturdukları nöral bağlar arasındaki aktivite beynin elektromanyetik alanını dalgalandırıp, beyin genelinde senkronize ateşleme meydana getirir ve bunun oluşturduğu sentez ile görüntü deneyimlenir. Beynin elektromanyetik alanında gerçekleşen bu deneyim, bilincin meydana geldiği yerdir. (Not: Konu hakkında daha fazla bilgi isteyenler Üstad Ahmed Hulûsi’nin “Bilinç Beynin Neresinde” yazısını okumalarını ve Professör McFadden’in “Senkronize Ateşlenme ve Beynin EM Alanı Üzerine Etkisi: EM Bilinç Alanı Teorisi Üzerine Bulgu” makalesini incelemelerinin öneririm.)
Bunun gibi diğer duyu araçlarından beynimize akan frekanslar veya hormonal yoldan beynimize ulaşan veriler dahi konusuna göre özelleşmiş devrelerce değerlendirilerek, beynin manyetik alanı üzerinden ilgili devreleri harekete geçirerek bunların oluşturduğu sentezler ses, his, koku, duygu gibi bildiğimiz deneyimlere dönüştürülür. Tüm bu faaliyetler bilinçaltında, kendini hissettirmeden gerçekleşir.
Beynimiz, bir yandan kendi içinde yürüttüğü faaliyetlerin bilgi kayıtlarını da yaparak, bu kayıtlara göre nöral bağlarını yeniden düzenlerken; diğer yandan kendinde olup bitenleri kendine has şifreyle elektromanyetik dalgalar halinde dışarı yayar.
Beyinde kaydedilen verilerin tekrar çağrıştırılması işlemi ise, kaydın meydana geldiği frekans ile ilgili devrelerin tekrar uyarılması şeklinde gerçekleşir. Ayrıca kaydı oluşturan devrelerde meydana gelecek herhangi bir hasar ya da ilgili devrelerdeki sinaptik zayıflama veya değişim, bilginin tekrar çağrışımını zorlaştırır ve biz o konuyu hatırlamakta zorlanırız.
Beynin çalışma sistemi ve mekanizması hakkında bu kısa bilgiden sonra yazımın esas konusuna geliyim…
Evet, beynimiz çeşitli kanallardan gelen verileri kendi sistemi içinde görüntü, ses, his, koku ve duygu gibi hepimizin bildiği sıradan deneyimlere dönüştürerek bilincimizi oluştururken, bu dönüştürdüklerinin bilgi kayıtlarını da yaparak oluşturduğu bilincin varlığını devam ettirmesini sağlar.
Sizin de bahsettiğiniz üzere hepimiz, önceki kuşaklardan genler yoluyla bize geçen bilginin açığa çıkardığı fizyolojik özelliklerle kendimizi belirli bir ırka ait insan türü varlık olarak deneyimleriz.
Nasıl ki hammadde fabrikada belirli işlemden geçtikten sonra ürün haline gelirse… Aynı şekilde frekans okyanusu olan evrenden duyu kanallarıyla beynimize akan veriler de, beyin veritabanına göre ilgili devrelerce işlemden geçirilerek anlamlandırılır ve bunun gerekli görülen kısmı anlaşılması için kendini temsil eden sembollerle zihnimizde canlanır.
Beynin ürünü anlamdır ve anlamlar kavranılsın diye zihnin aşina olduğu sembollerle (görüntü, ses, tat, koku, his, ve duygu gibi dünyamızı oluşturan şeylerle) ifade edilir.
Fabrikada hazır hale gelen ürünün ambalajlanması gibi, beynimizin zihnimizde meydana getirdiği bu semboller de, kendi içinde yaptığı değerlendirmelerinden oluşan anlamların ambalajı hükmündedir.
Ne var ki beynimiz, kavrama aracı olan prefrontal korteksteki bilgi yetersizliğinden dolayı, zihninde canlandırdıklarını gerçek veri kabul etme zorunluluğu ile içeriğinden perdeli bir bilinçle yaşamına başlar.
Örneğin, beynin algı kapasitesine göre zihninde canlandırdığı beden sembolü ve deneyiminin yanlış değerlendirilmesi ile kişi kendini bendensel varlık kabul edip, bireysel benlik duyguna kapılır. Halbuki beynin zihninde canlandırdığı ve deneyimine yol açtığı her ne varsa, tüm bunlar evrenden algıladıkları kadarından değerlendirebildikleri olup, öz potansiyelindeki özelliklerinin açığa çıkmış sanal simülasyonudur.
Başka bir ifadeyle dünyamız, beynimizin hakikatı olan evrenle dinamik ilişkisinden bilinçüstüne çıkardıklarının çok boyutlu temsilleridir. Kişi bu temsilleri esas veri kabul etmek suretiyle ilhada sapar (dindeki tabiriyle “şirk”). Kendini bedensel varlık kabul ederek, evrensel kimliğinden perdelenir. Evrensel özün seyreden gözü, işiten kulağı, konuşan dili ve tutan eli olduğu şuuruyla yaşamanın yüceliğinden, ölümlü bedenin kayıtlı dünyasına iner.
Beynin evrenle derin bağlantısı ve dinamik ilişkisi; bu ilişkinin beyni dalgalandırarak veritabanında meydana getirdiği bilgi dönüşümü; bilgi dönüşümünün beyinde tetiklediği potansiyeller ve bunun gün yüzüne çıkadıkları ile kendini tanıma; tanıdıkça bilinmeyen potansiyellerinle sınırsız ve sonsuzluğunu farketme ve nihayet idrak edilemeyeceğini idrak ile “Allâhû Ekber” diyebilmesi, insanın esas gayesi olmalıdır.
Ürün, ambalaj ve etikete ait bir şey değildir... Aksine ambalaj ve etiket ürüne aittir!. Esas olan üründür, ambalaj ve etiket ise dikkatleri ürüne çekmek için icat edilmiştir.
Bunun gibi dünyamızı oluşturan şeyler de, beynin bedensel algılama sistemine karşılık gelen evrenin zihnimizdeki sanal modeli olup, dikkatimizi evrenin potansiyellerine (dindeki tabiriyle “Allâh Esmâ’sına”) yönlendirmek içindir. Evrenle aynı özden meydana geldiğimiz için, öz kimliğimizi (dindeki tabiriyle “Allâh’ı”) tanımamız için işaretlerdir. Bunu böyle kabul ettiğimizde, kendimizi ayrı bir birey görmekten kaynaklanan sahiplik ve aidiyet duygusunun bir önemi kalmaz ve bunun oluşturduğu korku, endişe ve kaygılar anlamsız hale gelir. Böylece Hz. Muhammed’in (s.a.v.) Allâh ismiyle açıkladığı evrensel özün, beyin mekanizması ile potansiyellerini bilinçüstüne çıkarmakta olduğunu ve açığa çıkardıklarını yine beynin kavrama mekanizması ile idrak ettiğini, kendisi olarak yaşarız. Takdirde Velâyet varsa, evrensel özün konuşan dillerinden bir dili, tasarruf eden kudret ellerinden bir eli olarak alemlere rahmet oluruz.
Sevgi ve saygılarımla
Waalwijk, 28-11-2011