BÖLÜM 3.3 EL HAMDU LİLLÂHİ RABBİL’ÂLEMİYN

El Hamdu Lillâhi Rabbil’âlemiyn;

“Hamd” (Esmâ’sıyla yarattığı âlemleri her an dilediğince değerlendirmek), âlemlerin Rabbi olan Allâh’a aittir…

Kur’ân Çözümü, Fâtiha Sûresi

 

“Âlemler”, duyu araçlarından beyne gelen verilerin, beyin programına göre değerlendirilmesiyle meydana gelen içsel bir görüştür. Daha doğrusu dışımızda olup bitenlerin beynimizin içindeki sübjektif bir yansımasıdır. Keza tasavvuf ehlinin “alemlerin aslı hayaldir” cümlesi, bu gerçeği anlatmak için söylenmiştir.

Her birimin âlemi, duyu araçlarının duyarlılık sınırları içerisindeki verilerin dış dünyadan beyinlerine aktarılmasıyla oluşur. Bundan dolayı her birim gerçekte kendi hayal dünyasında yaşar. Hatta birimin kimliği dahi, duyu araçlarının beyne geçirdiği verilere göre belirlenir.

Duyu araçlarından beyne gelen verilerin değerlendirme biçimini belirleyen faktör (mantık), beyindeki nöral bağlantı modelleridir. Arapçada “ukl” kelimesinden türemiş olan “akıl”, bir yönüyle beyinde toplanan çeşitli verilerin nöral ağlar tarafından birbirine bağlanması ve bunun oluşturduğu sentezle, beynin anlam oluşturma tekniğidir.

Beynin pfk devresindeki aklî işlevler ise, beyin geneli tarafından oluşturulan anlamların gerekli duyulan kısmının kavranılması üzere çalışır.

Özetle her birimin dünyası, evrenden duyu araçlarıyla beynine iletilen verilerin nöral ağlar tarafından tertip edilerek çeşitli anlamlara tasvir edilişi ve bu tasvirin meydana getirdiği kendine özgü bir tahayyüldür.

Her insan aynı algılama araçlarına ve anatomik olarak aynı temel beyin devrelerine sahiptir… Fakat genetik bilgi farkı, anne rahmindeki oluşumu sürecinde alınan astrolojik tesirlerin oluşturduğu açılım farkı ve farklı çevre şartlarının etkisi ile bu temel devreler farklı nöral bağlar kurar. Yani, her beyinde kendine özgü, benzersiz bir nöral bağlantı modeli vardır. Bundan dolayı aynı veri her beyinde farklı tertip edilerek farklı anlamlara tasvir edilir. Ayrıca insanlar arasındaki ırk ve kültür farklarının esas nedeni dahi genetik bilgi tabanının oluşturduğu nöral bağlarla ilgilidir.

Beyinde verilerin tertip işlemine dinî terminolojide “Rubûbiyet” denmiştir.

“Rabbim” ifadesi, birimin dünyasını tertip eden beyindeki nöral bağlantı modeline işaret ettiği gibi; “Rabbi” ifadesi dahi, başka birimlerin de dünyalarını tertip eden, onların beyinlerindeki nöral bağlantı modellerine işaret etmektedir.

Ayette geçen “Âlemlerin Rabbi olan Allâh” ifadesi ise, her birimin dünyasını tertip eden failin tek olduğunu vurgular!.

“Teklik esasından hareketle sayısız âlemler açılımına” doğru baktığımızda… Tüm gerçeğe erenlerin insanlıkla paylaşmaya çalıştığı,  ismi Allâh olan Vahid-ül Ahadüs Samed’in (sayısal çokluk kabul etmez som TEK’in) ilminde (uzayında), ilmiyle (insan beyninde olduğu gibi, her birimin algı ve değerlendirme mekanizmalarıyla), ilmî potansiyelini (Esmâ’sı ile kendini tanımladığı vasıflarının âlemler sûretinde açığa çıkışını) seyretmekte olduğu gerçeği bilgisine ulaşırız.

Hal böyle olunca mikrodan makroya, tüm âlemleri dilediğince tertip ederek kavrama ve buna göre bir sonraki aşamada birimin evrendeki yerini/durumunu belirleme anlamını da kapsayan “HAMD” işlevi, tek bir sistemdir. Yani, tekilliğin sistemsel açılımı içinde oluşan ve her birimden açığa çıkanların sonucunu yaşatarak gelişen çok boyutlu evren gerçeği, Fâtiha sûresinin ikinci ayetinde “Hamd, âlemlerin Rabbi olan Allâh’a aittir..” şeklinde belirtilmiştir.

 

KONUYLA ilgili bir diğer incelikte şudur…

İnsanı dünyadaki diğer mahlukattan ayıran beynindeki gelişmiş prefrontal kortekstir (pfk). Pfk’in beyin genelini tertip etme (kavrama kapasitesine göre beyin genelini kontrol etme, istikamet verme ve gerekli bulduğunda yeniden düzenleme), hem de tertip ettikleriyle kayıtlanmaktan beri olması, onun Allâh kavramına (varlığın hakikatına) ayna olabilecek bir oluşum potansiyeline sahip olduğu anlamına gelir.

Duyu araçlarımızın yetersizliğinden dolayı kendimizi gerçek boyutlarda algılayıp tanımasakta, Allâh ismiyle işaret edilen TEK (evrensel öz), benliğimizin hakikatıdır ve ilmi, çok boyutlu evrende Esmâ seyridir. Bundan dolayı ayette “insanların…” veya daha geniş anlamda “birimlerin Rabbi…” denmemiş, buna mukabil “âlemlerin Rabbi..” ifadesiyle (dolaylı yoldan) birimsel kişiliklerin veya birimsel kimliklerin gerçekte var olmadığı belirtilmiştir!.

Ayrıca ayette çoğul anlamda “Rabler” ifadesinin kullanılmamasının nedeni, gerçekte beynimizin evrensel bütünlükten bağımsız bir oluşuma ve işleyişe sahip olmamasındandır.

Allâh ismiyle işaret edilen TEK, bir çok âleminde, o âlemleri oluşturan beynin yetersiz algı kapasitesinden kaynaklanan eksik değerlendirmelerle kendi zatından perdelenmiş olup, kendini evrensel bütünlükten bağımsız bir oluşuma sahip olduğu görüşü ile hareket etse de; beynin boyutsal derinliğinde perdesiz olarak, farkındalıkla seyrinde olduğu bilinç seviyeleri de vardır!. Tasavvuf ehli bilincin yedi seviyeden oluştuğunu tespit etmişler. Bunlar sırasıyla Emmâre, Levvâme, Mülhime, Mutmainne, Radiye, Mardiye ve Sâfiye nefs mertebeleridir… Ki her birim bu yedi bilinç düzeyini holografik olarak bünyesinde barındırır, fakat sadece tek bir bilinç düzeyinde yaşamını sürdürür.

Kişiye Allâh kavramını evrensel boyutlarda farketmesini sağlayan ve tanıma kapısını açan en önemli beyin devresi epifizdir. Tabiki epifizin açtığı bu fırsatı değerlendirecek biçimde beynin tertip edilmesi zorunludur. Bu da pfk’de ki aklî işlevlerin gerçeği kavraması ile gerçekleşir. 

 

HAZIR YERİ gelmişken, pfk ile ilgili bir başka incelikte şudur…

Beynin kavrama merkezi olan pfk kendinde farkındalığa gelenleri, sanki bir televizyon ekranında seyredilen şeylermiş gibi algılayıp değerlendirir. Farkındalığa gelenlerin içselleştirilmesi ise beynin daha derin devrelerinden gelen sinyallerce oluşturulur. Örneğin, pfk’de farkındalığa gelenlerin duygusal bağlarını amigdala kurar.

Yani algılananlar pfk tarafından sanki kişinin kendi dışında olan (kendini bağlamayan) nesnelermiş gibi ele alınır. Tasavvuf ehlinin belirttiği üzere “akıl tenzih eder”.

Herhangi bir şey pfk’de değerlendirilmek istenildiğinde, pfk o şeyi kendinden uzaklaştırır/öteler… ki böylece konuya daha objektif yaklaşabilsin!.

Pfk’in bu doğası, bizim kendimizle ilgili olumsuzlukları veya eleştirileri neden üstümüze almadığımızın teknik izahıdır da..

Başkalarında gördüğümüz olumsuzlukları onların kişiliğine atfetmemizin sebebi yine pfk’in kendini özne, başkalarını nesne kabul etmesinden ileri gelir.

Bunun sebebi ise anladığım kadarıyla şudur…

Algıladıklarımızın oluşum sebebleri ve hikmetlerini anlamamız için, o şeylere objektif yaklaşmamız gerekir. Objektif bakışa benliğimizi de kattığımız vakit, bu defa konuyu kişiselleştirme yoluna gideriz ve işler karışır.

Aslında benlik kişiselleştirilerek tanımlanacak bir şey değildir. Çünkü benliğin hakikatı ismi Allâh olanın Eniyetidir.. Allâh ise yaratılmış her türlü kavramdan beridir!. Algı ve bilgi yetersizliğinden dolayı bir çok benliklerin var olduğu fikri ise yanılgıdır.

Zatî sıfatlarıyla sınırsız ve Esmâ’sı ile sonsuz olan Allâh’ın, Esmâ’sının açığa çıkış seyri için ilminde meydana getirdiği evrenin de başı veya sonu yoktur. Esmâ’sının sonsuz olması, bunun açığa çıkış seyri olan evrenin her an yeni bir şende olduğu anlamına gelir.

Beyindeki pfk devresi, algıladıklarımızın oluşum sebepleri ve hikmetleri üzerinde akıl yürüterek, buna göre zâtî  hakikatı olan Allâh hakkında bilgi ve fikir sahibi olur, fakat ne kadar bilgi sahibi olursa olsun, bilgisiyle zâtî hakikatı olan Allâh’ı hiçbir düzeyde kapsayamaz. Aklın Allâh hakkında ulaşabileceği en son nokta, tanımlanamayan yönü olan Ahadiyet vasfıdır. Dolayısıyla beyindeki aklî işlevlerin Allâh hakkında varabileceği en son nokta “Allâh’ın kavranılamayacağını kavramak” suretiyle tahkiki anlamda Allâh’a iman’dır!.

Bundan sonra kişinin akıl kapasitesine ve haleti ruhiyesine göre “Allâh’ı sevmek”, “Allâh’tan haşyet duymak” veya “Allâh’tan korkmak” (takva) gibi, imanın gereği olan haller yaşanır.

Doğrusunu bilen Allâh’tır..