BÖLÜM 2.9 BEYNİNDE

Kelimelerin, geçmişte beynimizde oluşturduğu anlamları aşarak, işaret edebilecekleri yeni kavramlarda dolaşabilmek!..

Üstad Ahmed Hulûsi

 

Üstadım selam,

Kur’ân dilinden anlamadan işaretlerindeki gizli sırları bulup kavramamız mümkün değil. Kur’ân dili, insanın hakikatı kavraması için kullandığı anlatım şeklidir. Örneğin: “Muhakkak ki, Allâh indinde İsa’nın oluşumu Âdem’in oluşumu gibidir..” (Âl-u İmran 59)

Derin düşünen akıl sahiplerine inzâl olan Kur’ân’ın bu ayetinde bilinenin (İsa’nın) oluşumuna kıyasla bilinmeyenin (Âdem’in) oluşumu hakkında ipucu vermektedir.

Kur’ân dili, Efendimizin (s.a.v.) öz dili olduğundan, Kur’ân ayetlerindeki anlatım şeklinin benzerini Efendimizin (s.a.v.) hadislerinde de görürüz. Mesela bir Kudsî Hadis’te Allâh ismi manasının anlaşılması hususunda şöyle der: “Allâh Âdem’i kendi sûretinde yarattı.”

Âl-u İmran 59. ayette olduğu, bu Kudsî Hadis’te Allâh ismiyle işaret edilenin ne olduğunun anlaşılmasını sağlamak için bizce bir bilinenden (yani, insandan) yola çıkarak, Allâh ismi manasının anlaşılması konusunda insanın önemli bir ipucu teşkil etmekte olduğu belirtilmektedir. Hatta Abdûlkerîm Ceylî k.s. bu hususta “İnsan-ı Kâmil” isimli kitabında “Allâh ismi insana aynadır” diyerek konunun farklı bir derinliğine dikkatleri yönlendirmiştir. Zira tasavvuf ehli de Kur’ân dilinden anlayıp, o anlayış tarzından hareketle benzeri anlatım şeklini kullanırlar.

Peki günümüz bilimsel gelişmeleri bize insan hakkında ne söylüyor?

Günümüz bilimsel gelişmeleri insanı tanımak ve anlamaktan ziyade beyni anlamak üzere çalışmalarını yürütmektedir!. Çünkü insan, beyin faaliyetlerinin oluşturduğu bilinçten ibarettir. Bu bilinç, duyu araçlarından beyne akan verilerle her an bir bilgi dönüşümü geçirerek hal/durum değiştirir. Dolayısıyla bir nihaî oluşum olan insandan bahsetmek yerine, oluşumun ardındaki oluşturan sistem ve mekanizmaya odaklanılması, insanı tanımak ve anlamak için daha gerçekçi bir yaklaşım şeklidir.

Yine günümüz beyin uzmanlarına göre insanın bilinci, bedeni ve dünyası, beynin çalışma sistemi ve sahip olduğu özellikleri hakkında fikir veren numune niteliğindedir. Hal böyle olunca insanı tanımak ve anlamak için beyin üzerinde yoğunlaşılması tabî olarak bir zorunluluk haline gelmiştir.

Evet, “insan” isminin günümüz bilimsel karşılığı “beyin”dir.

Bilimin açtığı bu yeni bakışa göre “Allâh Âdem’i kendi sûretinde yarattı” Kudsî Hadis’ini, “Allâh beyni kendi sûretinde yarattı” şeklinde ele almamız, Allâh ismi manasının anlaşılması konusunda önemli bir basamak oluşturacaktır. Nasıl ki insanı tanımanın ve anlamanın yolu beyin biliminden geçiyorsa; aynı şekilde Allâh ismi manası hakkında doğru bir fikir edinmemizin yolu da beyin bilgisinden geçmektedir.

 

KONUYLA İLGİLİ bir başka hususta şudur…

“Benim beynim…”

“Benim bilincim…”

“Benim bedenim…”

“Benim dünyam…”

Bu gibi ifadelerin hiçbiri beyin bilimi açısından gerçeği yansıtmaz!.

Çünkü başta benliğimiz olmak üzere, kendimize ait olarak kabul ettiğimiz her ne varsa, beynin kendi içindeki veri işletiminin oluşturduğu soyut tasarımlardır.

Şu bir gerçektir ki, bedene dayalı bir oluşum sürecinden geçen her insan, kendini bedensel bir varlık kabul etme fikri etkisi ile hakikatından perdeli bir yaşam sürer.

Kişi, yaşamının belirli bir noktasında gerçek kimliğine ışık tutan doğru bir bilgi edinebilirse, algı yetersizliğinden kaynaklanan yanlış değerlendirmelerinden önemli bir ölçüde kurtularak kendini tanıma yoluna girer.

Evrenle aynı özden meydana geldiğini fark ederek, evrensel özün holografik olarak varlığındaki mevcudiyetini müşahede eder. Yani, evrensel öze ait manaların beynindeki potansiyel varlığı ile beynin, bir yönüyle potansiyelindekini açığa çıkarmak üzere; diğer yönüyle de açığa çıkardıklarını kavramak üzere işlevlendirildiğini fark eder.

Varlığını ve dünyasını, bedensel algılamaya dayalı olarak beynin kendi içinde meydana getirdiği evrenin sanal bir simülasyonu olarak görüp değerlendirir.

Yüz milyar nörondan meydana gelen ve her bir nöronun onbinlerce bağlantı kurma özelliği ile evrendeki yıldız sayısından daha çok nöral bağ kurma kapasitesine sahip olan beynin, ölümlü bedenin sınırlı kapasitesi ile kayıtlanamıyacağını; bir frekans okyanusu olan evrenden duyu araçları ile kendine akmakta olan verilerle her an yeni bir hal alarak sonsuzda gelişen, evrensel özün yansıtıcısı olduğu gerçeğini idrak ederek ölümlü beden sınırları ötesinde, evrensel boyutlarda kendini tanıma açılımına erer.

İşte insan ve evrenin hakikatı ile ilgili günümüzde bilim yollu tespit edilen bu gerçekler, geçmişte Rasûl ve Nebiler tarafından vahiy gücü ile kavranmış ve her biri kavradıklarını yaşadıkları zamanın şartlarına uygun bir şekilde anlatmışlar.

Bilime göre beynimiz, duyu kanalları ile evrenden kendisine ulaşan dalgalardaki verilerin sanal simülasyonu olarak yaşam alanını oluşturan ve buna göre bilincini forme eden… Fakat oluşturduğu şeylerin fevkinde olan bir ruh’tur!.

Beyin, duyu araçlarından gelen verilerin tetikleyerek potansiyelinden açığa çıkardıklarıyla öz kimliği hakkında fikir edinip zihinsel kapasitesini geliştiren; geliştirdikçe hakikatını daha kapsamlı tanıma durumuna gelerek “Allâh’ı idrak ancak onun idrak edilemiyeceğini idraktır” anlayışı noktasına ulaşıp, hakikatın kapsam ötesi olduğu idrakına eren; evrensel özün yeryüzündeki en muhteşem yansıtıcısıdır.  

Hz. Muhammed’in (s.a.v.) Allâh ismiyle açıkladığı hakikatı enfüste (nefsinde/kişisel boyutlarda) tanımak, beyin bilgisinde derinleşmektir. Allâh’ı afakta (ufuklarda/evrensel boyutlarda) tanımak dahi derin beyin bilgisinin getireceği kapsamlı bir içe bakıştır!. Çünkü evrensel boyutlar dışarıda değil, holografik gerçeklik dolayısıyla beynin derûnunda mevcuttur. İslâm dininde ölümün tadılması konusu, bilincin holografik evren gerçeğini deneyimlemesiyle ilgilidir.

Sevgi ve saygılarımla

 

Waalwijk, 30-06-2011