BÖLÜM 3.1 İSTİÂZE

NOT: Kitabın bu üçüncü bölümünde “beyin bilimi ışığında Fâtiha sûresini nasıl anlayabiliriz” sorusundan hareketle, Kur’ân okumanın böyle bir derinliği de olduğuna dikkatleri çekmek istedim.

Sûre hakkında gerekli gördüğüm ipuçlarını verdim ve konunun derinliğine nüfuz etmeyi kişinin kendi gayretine bıraktım. Fâtiha sûresinin anlamı hakkında geniş bilgi isteyenlere Üstadım Ahmed Hulûsi’nin ilgili eserlerini okumalarını öneririm.

 

“Eûzü Billâhi mineş şeytânir raciym”

İnsandaki vehim kuvvesinin şartlanmalarla “yok”u var, “var”ı yok olarak düşünmesi sonucu; insana kendini Allâh Esmâ’sı dışında bağımsız bir varlık ve beden kabul ettiren; bunun sonucu olarak da gökte bir tanrı kabulüne yönlendiren, taşlanmış şeytanî vesveselerden, Hakikatim olan Allâh Esmâ’sının koruyucu kuvvelerine sığınırım.”

Kur’ân Çözümü, Fâtiha Sûresi

 

 Farkındalığı oluşturan beynimizdeki prefrontal korteks (pfk), oluşumu sürecinde bir yandan ağırlıklı olarak bedenin ve beynin limbik sistemi gibi alt devrelerinin güdümünde; diğer yandan ise beş duyu algılama sınırları içinde kendisine ulaşan verilerin yönlendirmesi ile “kendini Allâh Esmâ’sı dışında bağımsız bir varlık ve beden” kabulüne şartlandırılır ve belirli bir yaş evresine ulaştıktan sonra bu kabule dayalı bir biçimde kristalize olup kalıplaşır. Artık hiçbir bilgi ondaki anlayış kalıbını kolay kolay kırıp, onu bildiğinin ötesine geçiremez.

Çünkü pfk oluşumunun ilk aşamalarında, henüz kendisine çeşitli kanallardan gelen verileri sorgulayacak bir ön bilgiye sahip olmadığından, gelen ilk verileri mutlak doğru bilgi kabul ederek o veriler temeli üzerine kendini geliştirir. Yani beden ağırlıklı veri girdilerinin oluşturduğu bir ön program doğrultusunda çalışan beynimiz, kavrama merkezi olan pfk’i sürekli kendi programı istikametinde iş görmeye zorlar.

Öyle ki, pfk aklî işlevlerini kullanacak aşamaya ulaştıktan sonra (erginlik yaşına geldiğinde veya dindeki tabiriyle “aklı baliğ olduğunda”), sorgulama ve araştırma neticesinde ulaştığı gerçeklere göre kendindeki yanlışları fark etse dahi, bu fark ediş beynin alt sisteminde (beynin alt sistemi = pfk dışındaki tüm beyin devreleri olarak düşünebiliriz) yeniden yapılanma meydana getirmez. Bundan dolayı gerçeğin bilinmesi, yanlış bilginin oluşturduğu kabuller ve alışkanlıklardan arınmak için asla yeterli olmaz.

Yanlış bilgilerin oluşturduğu kabullerden ve alışkanlıklardan kurtulmak için beynin doğru bilgiye dayalı bir biçimde yeniden yapılanması zorunludur. Bu da ancak edinilen doğru bilginin uygulanmasıyla mümkündür. Çünkü ilk verilerin oluşturduğu ön programa dayalı olarak otomasyonla çalışan beynimizin yeni verilere göre tekrardan programlanması için onun otopilottan çıkartılarak, alışagelmiş işletim sürecinin yeni bir işletim süreci ile yer değiştirmesi zorunludur.

Bunun için ilk önce “kendimizi Allâh Esmâ’sı dışında bağımsız bir varlık ve beden” kabul etmemize yol açan (vehmi tahrik eden şeytanî/saptırıcı) fikirlerin etkisinden kendimizi koruyacak, beynimizde varlığın hakikatı ve oluşum gerçeklerine dair doğru bir veri tabanından oluşmuş bir ek kapasite meydana getirmemiz gerekir.

Beyinde bir ek kapasite oluşturmanın yolu ise zikirden geçer. Bununla birlikte bedensellik fikrine dayalı düşünce ve eylemleri yaşamımızda asgariye indirip, hakikat bilgisinin gerektirdiği düşünce ve eylemlerde bulunarak (dindeki tabiriyle “şerî hükümlere tabî olup, tabiatın iktizası olan, bilinci bedensellik fikri ile kayıtlayan fiillerden uzak durmakla”) zikirle oluşturulan ek kapasitenin değerlendirilmesi önemlidir. Bu da tabiki güçlü bir irade, azim ve sabır gerektirir.

Bu ara İslâm dininde cin adıyla bildirilen, insan gözü tarafından görülemeyen varlıkların insanların beyinlerine yolladıkları elektromanyetik impulslarla vehmin kaynağı olan amigdalayı, bedensellik fikri doğrultusunda tahrik etmelerine karşı da gerekli korunmayı sağlamalı. Zira cinler, insanların beyinlerine yolladıkları ışınsal impulslarla insanlarda kendilerini Allâh Esmâ’sı dışında ayrı bir varlık veya beden kabulü vehmini tahrik ederek, insanları sürekli hakikat farkındalığı ve yaşamından perdelemeye çalışırlar. Bu da onların Kur’ân’da “şeytan” vasfıyla anılmalarına sebep olmuştur.

Cinler, hakikat bilgisine dayalı bir biçimde arındırılarak yeniden yapılandırılmış (dindeki tabiriyle “ıslah olmuş”) beyinler üzerinde pek etkili olamadıklarından, o insanları kontrol edemezler. Dolayısıyla cinnî etkilerden koruyucu dua ve zikirlerin yapılması ile beraber, kapsamlı bir korunmayı sağlamamız için ilim, ibadet ve riyazetle gerekli beyinsel arınmayı gerçekleştirmemiz gerekir. Çünkü kişinin cinnî etkilerden korunması, beynin bedensellik fikrine dayalı işlevlerinden korunmasından daha kolaydır.

 

KONUYLA ilgili bir diğer hususta beyindeki epifiz beziyle ilgilidir.

Hakikat farkındalığı ve yaşamı ancak epifizden gelecek yüksek frekans desteği ile mümkündür. Aksi takdirde hakikate dair edinilen bilginin kişiye bireysel çapta getirisi dışında bir yararı olmaz. (Not: Epifiz hakkında bilgi için kitabın ilgili bölümlerine bakınız.)

Anne rahminde oluşmakta olan beynin 120. gününde gelen astrolojik tesirler, kalp nöronları üzerinden epifizde yüksek frekanslara karşı duyarlılığı oluşturan özel bir açılım meydana getirir. Bu sayede pfk’deki aklî işlevlerimiz beden kalıbı dışına çıkarak evrensel boyutlarda hakikatıyla bağlantı kurabilir. Bu bağlantının algılanışı genellikle ilham (içe doğan bilgi) şeklinde başlar ve kişinin gelişimi düzeyine göre duyusal anlamda vizyonlarla da gelişebilir veya bilinmeyen beyin potansiyellerinin harekete geçmesiyle daha farklı bir algı biçimine de dönüşebilir.

“Şeytanın şerrinden Allâh’a sığınılması…” ise, kendini Allâh Esmâ’sı dışında bağımsız bir varlık ve beden kabulü yolunda vehmi tahrik eden bedensel dürtüler, çevresel etkiler ve cinnî impulslara karşı korunma iradesinin beyinde harekete geçirilmesidir.

Başka bir ifadeyle Allâh’a sığınmak, epifizdeki yüksek frekansların oluşturduğu evrensel aydınlanmayı sağlayacak bir biçimde beynin işletilmesidir. Zira beynimizde harekete geçirilmeyi bekleyen aşkın potansiyeller mevcuttur. Dolayısıyla korunmamızı sağlayacak ilâhî ilim ve kudret ötemizde değil, bünyemizde.. Yani, beynimizden nüvesindeki Allâh Esmâ’sına olduğu için, sığınılacak ve bizi himaye edip koruyacak Rab, Melik ve İlâh (Ulûhiyet/Allâh’lık kemâli) orasıdır!.

Dinî terminolojide pfk’deki aklî işlevlerin beyni epifizdeki yüksek frekansları değerlendirmeye yönlendirmesi, “kulun Rabbine salât’ı (yönelişi); epifizdeki yüksek frekansların beyni istilası ise “Rabbin salât’ı” diye ifade edilmiştir.

Ayrıca kişinin epifizdeki yüksek frekans desteğinden yararlanması için, öncelikle varlığın hakikati ve oluşum gerçeklerine dair edindiği bilgide isabet etmesi de çok önemlidir.

 

KONUYLA ilgili bir diğer incelikte şudur…

Beyindeki pfk sadece farkındalığı oluşturmaz, farkındalık düzeyine göre beynin komuta, kontrol ve organize merkezidir de!..

Örneğin kendindeki doğrulara dayalı olarak varlığımızın devamını sağlamak için bizi derinden (bilinçaltında) kontrol eden, duygularımızın ve vehmin kaynağı olan amigdala, pfk tarafından gelecek bir komutla kontrol edilebilir.

Başka bir ifadeyle pfk sahip olduğu akıl kapasitesine göre gerekli beyin devrelerini baskılayabilir, randımanını artırabilir ve tabiri caizse yeniden formatlayabilir. Zaten İslâm dinindeki “Dua ve Zikir” çalışmaları bu bağlamda, teknik olarak isteklerimizin gerçekleşmesi konusunda beyni yönlendirme ve beyinden verim alma gayesiyle teklif edilmiştir.

Hakikat bilgisine dayalı olarak yeniden düzenlenen amigdala, feedback sistemiyle pfk’de (kişinin genel kültürüne göre) hakikate dair bir takım hissiyatlar ve vizyonlar meydana getirebilir. Böylece kendimizi Allâh Esmâ’sı dışında bağımsız bir varlık ve beden olduğumuzu duyumsatarak perdelenmeyi (gafleti) oluşturduğu için en büyük şer kaynağı diye nitelenen  amigdala, bu defa hakikat şuuruyla aydınlanmamızı artıran bir kuvveye dönüşmüş olur.

Rasûlullâh Efendimizin (s.a.v.) “Ben şeytanımı Müslüman ettim” ifadesinin günümüz beyin bilgisi ve tekniği açısından amigdalanın bedensellik fikrinden arındırılarak evrensel gerçeklere dayalı bir bilgi ile formatlanması anlamında söylenmiştir. Önceleri bedeni esas alan ve bedensel kimliğimizi himaye etme yolunda iş gören amigdala, bu defa evrensel gerçeklere dayalı iş görerek bizi derinden gelen duygusal güdümle bedensellik fikri tesirine kapılmaktan korur. İşte beynin bu çalışma sisteminin tasavvuftaki anlatım karşılığı:

(Pfk’de ki aklî işlevlerin, bedensellik fikrine dayalı iş gören amigdalanın) Rabbanî kayıtlar(ın)dan çıkıp, Allâh’ın genişliğinde yayılması”.

Netice itibariyle epifiz etkendir.. Buna mukabil amigdala ise hem etken ve hem edilgen bir yapıya sahiptir.

Hakikat farkındalığı epifizden gelir, pfk’in akıl kapasitesi ölçüsünde idrak edilir; idraka göre amigdalada gerekli düzenleme yapılır ve amigdala feedback (geri bildirim) sistemiyle pfk’i yeni programı doğrultusunda derinden (bilinçaltından gelen dürtülerle) besler.

Doğrusunu bilen Allâh’tır.