BÖLÜM 2.8 DÜNYAM

Cümle âlem hayâldir; amma hayâlde hakikat görüntüleri her an ve ebeden cilve göstermektedir!

Hâce Abdulrahman Câmî k.s.

 

Üstadım selam,

Algı yetersizliğinden dolayı kendimizi beden içre bir varlık kabul ediyor; bedenimizi, dışımızdaki dünya ile içindeki bilincimiz arasında bir sınır kabul edip, dünya ve içindekileri kendimizden kopuk şeylerler olduğu düşüncesi içinde yaşıyoruz. Halbuki dışımızda zannetmek suretiyle kendimizden ayrı gördüğümüz her ne varsa, gerçekte beynimizin içinde meydana gelmektedir.

İçinde yaşadığımız dünya, evrenden beş duyu ile algıladığımız veriler kadarının beynimiz tarafından değerlendirilerek, kavramak üzere kendi içinde içsel (zihinle ilgili) ve dışsal (dünya ile ilgili) projeksiyonlar şeklinde meydana getirdiği evrenin sanal bir simülasyonudur. Beynin kendi içinde meydana getirdiği her ne varsa, nörolojik planda dahi birbiriyle bağlantılı olup, sistemsel bir bütünlük içinde var olur. Öyle ki, aklımızdan geçen basit bir fikir, yaşadığımız bir duygu veya yerdeki bir kum tanesi bütünle uyumlu bir hareket içinde olduğu gibi, yeri geldiğinde bütüne istikamet bile vermektedir!.

Kısaca beynimiz bütünsel işler ve kendi içinde meydana getirdiği her ne varsa, bu bütünle uyum içindedir.

Bizim beyin ile ilgili anlamamız gereken çok önemli bir husus vardır…

Örneğin hakikate ermek isteyen bir kişi, kendisini hakikate erdirecek bir biçimde dünyasını düzenlemesi gerekir. Çünkü düzenlemekte olduğu dünyasının beyninden bağımsız bir varlığı yoktur!. Hatta dünyası bizzat beynidir!. Dünyasını düzenleyen bir kişi, gerçekte beynini düzenlemektedir ve bunun getirisi bilince yansıyarak kişiliğin gelişmesine veya zarar görmesine sebep olur.

Daha açık bir ifadeyle, kişi kendini hakikate erdirecek şartları dünyasında oluşturmadan, beynin bu yönde faaliyet göstermesini beklemesi, biber tohumu ekip, ondan gül çıkmasını beklemek kadar anlamsız ve boştur.

Dünyamız, bilincimiz ve beynimiz birbirinden kopuk olan ayrı şeyler olmadığı gibi, birbiriyle paralel bir yol izleyen ayrı şeyler de değildir... Tek bir şeydir!.

Konunun daha iyi anlaşılması için ünlü fizikçi David Bohm’un akvaryumdaki balık misaline bir bakalım…

Akvaryum içinde bir balık olduğunu düşünün ve siz akvaryumu direkt olarak değil de, iki ayrı kameradan izliyorsunuz. Kameralardan biri akvaryumun ön yüzüne, diğeri de yan yüzüne bakmakta.

Akvaryum hakkında daha önce bilgilendirilmemiş olduğunuz için, kameralardan gördüklerinizi iki farklı balık zannedeceksiniz. Fakat daha dikkatli incelediğinizde bu iki farklı görüntü arasında bir bağ olduğunu tespit edeceksiniz.

Balık su içinde manevra yaptığında, iki farklı açıdan gelen görüntü birbiriyle uyuşacak ve siz iki görüntü arasında bir ilişki olduğunu anlayarak: “ya bu iki balık birbiriyle iletişim halinde hareket etmektedir, ya da ben aynı balığın iki farklı açıdan çekilen görüntüsünü izlemekteyim” hükmüne varacaksınız.

İşte dünyamız, bilincimiz ve beynimiz de bu balık misalinde olduğu gibi aynı ve tek bir şey olup, bunun ayrı şeyler olduğu fikri ise algı yetersizliğinden ve bilgi eksikliğinden kaynaklanmaktadır.

Bedenimize aldığımız gıdalardaki bilgi beynimize akıp, psikolojimizi etkilediği gibi; aynı şekilde beş duyu algılama sistemiyle beynimize akan verilerle dünyamız yeniden yapılanarak kişiliğimiz şekillenir. 

Nasıl ki biz “Ben bu beden değilim!.. Bilinç varlık olarak bedenden bağımsız bir yaradılışa sahibim. Dolayısıyla bedende açlık, uykusuzluk, hastalık, yaşlılık gibi olup biten ne varsa beni bağlamaz…” diyerek, bedenimizle bilincimiz arasındaki bağı yok sayamıyorsak!. Bunun gibi beynimizin sanal yaşam alanı olan dünyamızdaki konumumuz, içinde bulunduğumuz şartlar, beraber olduklarımız ve sahip olduklarımız ile  bilincimiz arasında dinamik bir bağı da yok sayamayız. Beynimiz hem dünyamızı ve kişiliğimizin oluşturucudur, hem oluşturdukları arasındaki bağı sağlayan bir ara yüz durumundadır (dindeki tabiriyle “varlığın özündeki risâlet {elçilik} boyutu”)!.

Dünyamıza giren her ne varsa, bizim onlara olan ilgimiz kadar beynimizde yer edinerek dünyamızın şekillenmesinde etken rolleri vardır.

Örneğin, dünyamıza aldığımız bir arkadaşın maddî veya manevî bir sorunu var ve biz bu sorunu çözebileceğimiz halde bu arkadaşla ilgilenmediğimizi düşünelim..

Veya kendimiz için istediğimiz bir nimeti, dünyamıza aldığımız bir başkası için istemiyoruz…

Ya da dünyamıza aldığımız insanlara yalan söylüyor, onları aldatıyor, arkasından dedikodu yapıyoruz… Hatta daha da ileri gidip onlara iftira atıyoruz.

Tüm bunları aslında yaşamakta olduğumuz dünyanın kendi dışımızda bir dünya olduğu sanısı içinde, başkalarına diye yapıyor ve bunun bizi etkilemiyeceğini düşündüğümüz için yapıyoruz.. Halbuki  iyi veya kötü, her ne yaparsak başkalarına değil, başkaları üzerinden beynimize ve beynimiz üzerinden kendimize yapmaktayız!.

Bu şuna benzer…

Diyelim ki kalbinizde bir sorun var ve siz: “Ben kalp değilim, beyindeki bilinçten ibaretim. Kalpte bir sorun varsa, o bedenin problemidir, beni ilgilendirmez..” diyorsunuz.

Böyle bir şey mümkün mü!?.

Bedenimizdeki herhangi bir sağlık sorunu, beynimizi… Beynimiz üzerinden dünyamızı ve kişiliğimizi de mutlaka olumsuz yönde etkileyecektir.

Bizim algı yetersizliğinden dolayı kendi dışımızda sandığımız her ne varsa, beynimiz açısından baktığımızda kendi içinde olup bitenlerin sanal simülasyonudur. İşte bu yüzden dünyamıza aldığımız kişi ve nesneleri, tıpkı bedenimizdeki organlar gibi, bizzat kendimizle ilgili görüp tepkisini buna göre belirlemek zorundayız. Dolayısıyla herhangi bir kişiyi veya nesneyi dünyamıza almadan önce bunun beyin çalışma sistemi ve mekanizması açısından oluşturacağı muhtemel sonuçları çok iyi anlamamız gerekir. Zira dünyamıza aldıklarımızı gerçekte beynimize alıp yerleştiriyoruz ve bu yerleştirdiklerimize göre beynimiz dünyamızı düzenleyerek kişiliğimizi oluşturacaktır.

Dünyamızda olan herhangi bir şey, bizim amacımıza uymuyorsa, o şeyi dünyamızdan çıkarmadığımız sürece beynimizde parazit olarak amacımıza ulaşmamızı engelleyecektir. İşte beynin bu çalışma sisteminden dolayıdır ki, şayet bir kişi Allâh Rasûlüne iman ediyorsa, dünyasını da iman esaslarına göre düzenlemek zorundadır. Aksi taktirde imanın getirisinden mahrum kalır.

Allâh Rasûlüne iman eden, dünyasında olanları ya da sonradan dünyasına alacaklarını imanın gereklerine uydurur!. Uyumlu hale getiremediklerinin ise hammallığını yapmayıp, dünyasından çıkarır. Bu da takva ile ilgili bir husustur.

İşte bu yüzden bu yolun büyükleri “Şeriat, hakikat üzerine bina edilmiş, hakikatın gerekleri üzerine düzenlenmiş uygulamalardan ibarettir..” denmiştir.

Düşünsel veya hissî olarak kendimiz hakkında ne düşünürsek düşünelim veya ne hissedersek hissedelim… Gerçek şu ki, biz dünyamızdan ibaretiz!. Dünyamız bilincimizin aynası olup, beynimizde olup bitenlerin yansımasıdır.

İsteyerek veya istemeyerek dünyamıza aldığıklarımızın, beynimizde bir iz düşümü olan nöral haritaları vardır. Bizim dünyamızdakilere olan ilgimiz ve meşguliyetimiz kadar, onların beynimizdeki nöral varlıklarını besleyip, beynimizde işler bir devreye dönüştürürüz ve bunun sonuçları da kaçınılmaz bir biçimde dünyamıza yansıyarak kişiliğimizi şekillendirir.

Dolayısıyla bizler dünyamıza, dünyamızda beraber olduğumuz insanlara, ilgi alanımıza ve meşguliyetlerimize bakarak, hal ve ahvalimizi de pek tabi görebiliriz. Buna mukabil halde hale giren düşünce ve hislerimizin ise bizi yanıltma oranı çok yüksektir!.

Sevgi ve saygılarımla

 

Waalwijk, 25-09-2012