BÖLÜM 2.11 BEYNİN İDOLÜ

Kendini asla bedenin gölgesiyle veya onun yansımasıyla ya da hayalinde veya rüyanda gördüğün şekliyle tanımlayamazsın. Bundan dolayı kendini bu yaşayan beden ile tanımlamamalısın.

Şankara

 

Üstadım selam,

İnsanın oluşumu anne rahminde hücre döllenmesiyle başlar. Döllenme ile oluşan yeni tek hücre genetik bilgi istikametinde bölünerek çoğalır ve taşıyıcısı olan bedenini oluşturur.

Döllenmenin oluşturduğu yeni tek hücrenin kendindeki genetik potansiyeli hakkıyla açığa çıkaracak organı, beyindir.. Diğer organlar ise beynin oluşumunu ve gelişimini destekler.

Ayrıca beden, beynin taşıyıcısı olması yanı sıra, sahip olduğu fiziksel özellikleri ile beyin kapasitesine nümûnedir de.

Rasûlullâh Efendimizin (s.a.v.) buyurduğu üzere her birimiz, anne rahmindeki oluşumumuzun 120. gününde belirlenen ömür sürecine geldiğimizde, ölümle bir dönüşüm geçirerek bedensel yaşamımızı sonlandırır ve bir üst yapıda yaşamımıza devam ederiz. Bu üst yapı, kişinin dünyadaki düşünsel ve eylemsel aktivitelerinin beyninde tetiklediği potansiyellerinden oluşan; beynin dalga faaliyetiyle meydana getirdiği bir tür elektromanyetik dalga yapıdır (astral beden de denilen, dinde insanın ölümötesi bedeni anlamında kullanılan  “ruh”).

İnsan beyni sonsuz bir açılım kapasitesinin getireceği sınırsız imkanlara sahip olup, Hz. Muhammed’in (s.a.v.) Allâh ismiyle açıkladığı varlığın hakikatını öz vasıflarıyla (Esmâ’sıyla) evrensel boyutlarda tanıyacak ve yaşayacak bir ilim ve kudret potansiyelidir. Ne var ki insan, dünyadaki bedeni eşliğindeki oluşumu ve gelişimi sürecinde kendini bedensel varlık kabul etme girdabına kapılarak, bir nümûne hükmünde olan ve ölümle son bulacak bedenin sınırlı imkanlarıyla, kendisini sonsuzluğa taşıyacak olan beynin aşkın potansiyellerinin getireceği sınırsızlığın önünü tıkar.

Kişi eğer beynin aşkın nimetlerinden yararlanmak istiyorsa, öncelikle beyinsel bir varlık olduğunu kabul edip, bedensel varlık sanısı girdabından kendini kurtarmak zorundadır. İşte İslâm dinindeki Risâlet ve Nübüvvet bahsi, özellikle bu konuda insanları aydınlatmak ve yol göstererek yardımcı olma amacını güder.

Risâlet işleviyle insanlığa varlığın hakikatı, oluşum ve gelişim sistemi gerçekleri açıklanırken; Nübüvvet işleviyle de bu bildirimlerin gereğinin yaşanması için yapılması gerekenler bildirilmiştir.

Risâlet ve Nübüvvet bildirimlerine dayalı bir aydınlanma, beynin yapısal özelliği ve doğası açısından en ideal olanıdır. Çünkü her iki kanaldan bizlere ulaşan bilgi, bilinç (prefrontal korteksteki aklî işlevlerin sonradan edinilmiş bilgiye göre yürüttüğü mantık/varsayım) devrede olmaksızın, vahiy gücüyle (varlığı oluşturan orijin bilginin boyutsal yolla bilinçte açığa çıkması ile) edinilmiştir.

Vahiy gücünün açığa çıkarttığı bilgiye tabi olunması, beyindeki aşkın potansiyelleri (evreni meydana getiren ve tedbir eden sistemin ana kuvvelerini {holografik esasa göre meydana gelen evrende, her birimin oluşumu ve gelişiminde tek bir sistemin aynı kuvveleri iş görür}) direkt olarak tetikleyerek harekete geçirir. Böylece kişi bedensel algılamanın oluşturduğu sınırların ötesinde, evrensel boyutlarda kendini tanıma anlayışı açıklığı (dindeki tabiriyle “iman”) edinir. İman, kişide boyutsal farkındalıklar, derin hissiyatlar ve bunların beyinde tetikleyerek harekete geçireceği evrensel yetiler kazandırır.

Konumuzla ilgili bir diğer önemli nokta da şudur…

Beynin bilgi kapasitesinin artması ile kudret açılımının meydana getirdiği anlayış açıklığı (ve bunun oluşturduğu farkındalıklar, hissiyatlar ve yetiler), tıpkı fiziksel özelliklerimizde olduğu gibi, sadece beynin mevcut potansiyellerine bir nümûnedir!. Beynimiz, nümûne hükmündeki açılımlarıyla kayıtlanmaktan dahi beridir (dindeki tabiriyle “Ruh-ül Kuds”tür). Enbiyâ’ sûresi 22. ayet bu gerçeğe şöyle işaret eder: “Arş’ın Rabbi Allâh, onların vasıflamalarından münezzehtir.”

Sevgi ve saygılarımla

 

Waalwijk, 04-08-2013