Uyanış
BÖLÜM 2.17 EPİFİZ 4
Ve bu müşahedenin, bu yaşantının, bu hissedişin ötesinde, gecelediği Ebu Tâlib’in kardeşinin evi olan Ümmü Hani’nin evinden sabahleyin çıkarken; “Beni gören Hakk’ı görmüştür!..” sözleriyle bir gerçeği ifade etmek istedi.
Üstad Ahmed Hulûsi
Üstadım selam,
Bu yazımı Hasr sûresi 21. ayet üzerine hazırladım.
“Eğer şu Kur’ân’ı (bildirdiği gerçeği) bir dağın (benlik sahibi bilinç – ego – eniyet) üzerine inzâl etseydik, elbette onu Allâh (ismiyle işaret edilenin) haşyetinden (muhteşem azamet karşısında benliğinin hiçliğinini fark ederek) huşû ederek, çatlayıp paramparça olduğu hâlde görürdün!”
Evet... Kur’ân’ın bildirdiği gerçeğin kavranması, kişinin beyninde varlığın tekliği -Vahdet- ve bütünselliği -Tevhid- esasına dayalı bir hassasiyet meydana getirerek zihninde Allâh’tan ayrı varlık kabul etme vehmini paramparça edip dağıtır.
Dolayısıyla Kur’ân bilgisi edinmemiz, bizde Allâh’tan ayrı varlık kabul etme vehmini bir bulut misali dağıtarak hakikat güneşini ortaya çıkartıp görüşümüzü aydınlatmıyorsa, Kur’ân bize inzâl olmamış demektir.
Ayette bana göre anahtar kelime “inzâl”dir.
İnzâl, bilmek (konunun bilgisini edinmek) ve edinilmiş bilgiye göre hareket etmek (taklit) ile bilgisini edindiğin konuyu kavrayıp, idrakın gereği bir yaşam sürmenin (tahkikin) ayırım çizgisidir.
Nedenine gelmeden önce konuya önce konuyu teknik açıdan ele alalım...
Beyindeki epifiz, hakikat ile bağlantımızı sağlayan çok özel bir devredir.
“Düşük frekans” olarak nitelenen, bedensel algılamanın (beş duyunun) duyarlı olduğu dalga boylarıdır. Bu frekanslar bizim küçük yaştan itibaren deneyimlediğimiz ve klasik fiziğin temel yasaları olarak tanımladığımız, dünyamızı oluşturan mekanizmadır.
Buna mukabil beyindeki epifizin duyarlı olduğu “yüksek frekanslar” ise tekillikten meydana gelen evrenin oluşumundaki ilk dalga hareketidir. Bunun beyin üzerindeki etkisi ise, modern fiziğin yasaları ile... Yani kuantum kuramı ile açıklık kazanabilecek evrensel bir olgudur. “Kur’ân’ın inzâl olması” deyimi, beynin bu yüksek frekanslar tarafından anlık bir istilası ile meydana gelen evrensel bir aydınlanmadır. İstila halinde kişinin hangi konuda aydınlanacağını ise, o anki soru veya sorunları belirler.
Yüksek frekansların beyne geçiş kapısı olan epifiz, bu işleviyle beyin performansını artırarak evrensel bir hassasiyet meydana getirir. Bu sayede kişi bedensel kimliğinden soyutlanarak varlığın hakikatine doğru şuursal bir yükselişe geçebilir (dindeki tabiriyle “urûc eder”).
Engin bir frekans okyanusu olan evrende, bedenselliğin oluşturduğu koza dünyasının zamansallık ve mekansallık algısı içinde akıp gitmekte olan birey, yüksek frekansların beyni istilasıyla ışık hızında seyre ulaştıkça, koza dünyası dışındaki evrene açılarak bedensel kimliği (ve dünyası) paramparça olup dağılır; nihayetinde olmuş ve olacakların tek bir noktada toplandığı holografik tekil bilgide (dindeki tabiriyle “Allâh ilminde”), hologramda seyahat etme serbestliği içinde bulur kendini.. Ve Hz. İsa’nın (a.s.): “Sonu aradığınıza göre başlangıcın perdesini mi açtınız? Çünkü başlangıç nerede ise, son orada olacak. Mesut o kimsedir ki başlangıçta duracak ve sonu bilecek ve ölümü tatmayacak..” sözündeki sırra erer.
Düşünce gücüyle yöneldiğimiz Kur’ân ayetlerinin anlamını seyirde, varlığın hakikati ve oluşum sistemine dair müşahede ettiklerimizin varlığında, bir an sanı varlığımızın yokluğunun boşluğunu deneyimlerken; hakikate dair müşahede ettiklerimizin getirdiği bu farkındalıkla kendimizi tekrar bedenle bütünleşmiş bir halde buluruz. İşte o bir anlık deneyim, bilincin yüksek frekans üzerinden seyridir.
Kur’ân’da bizlere, Kur’ân ile günde en az beş vakit Hakk’ı (bildirdiği gerçeği) müşahedeye yönelmemiz (dindeki tabiriyle “salât”) teklif edilir.
Mümkünse, “hologramda daimi bir seyir halinde..”
“Somut verilerden yola çıkarak sorgulama, muhakeme, tefekkür, analitik ve sentetik düşünce ile ardındaki soyut/kaynak bilgiye ulaşarak derinleşme ve derin gerçeklere dayalı bir öngörü sahibi olmak” gibi aklî faaliyetlerin yürütüldüğü ve buna göre eylemlerimizin bir plan dahilinde belirlendiği prefrontal korteksteki nöral bağlar ne kadar çok olursa, kişinin kavrayışı da o ölçüde gelişerek epifizden gelen hidayeti (dindeki tabiriyle “iman nuru”) değerlendirir.
Rasûlullah Efendimizin (s.a.v.): “Kişinin dini, aklı ölçüsündedir. Aklı olmayanın dini yoktur.” buyurması, din ilminden yararlanma hususunda aklın ne kadar önemli olduğuna işaret etmektedir.
Bunun gibi yine Rasûlullâh Efendimizin (s.a.v.) Şah-ı Velâyet Hz. Âlî’ye (k.v.) bu hususta: “Sen aklınla Allâh’a yakın olanlardan ol” tavsiyesi, hakikat ile bağlantımızı sağlayan epifizdeki yüksek frekanslardan (iman nurundan) ancak akıl kapasitemiz kadar yararlanabileceğimizin bildirimidir.
Arapçada “ukl”, yani bağlamak anlamına gelen “akıl” kelimesi, bir yönüyle de beyindeki nöral bağlantı ağlarına işaret etmektedir. Çünkü anlam, beyindeki nöral bağlar tarafından oluşturulan sübjektif bir kavrayıştır. Dolayısıyla akıl kapasitesini artırmak, aslında beyindeki nöral bağları çoğaltmakla eş anlamlıdır.
Konuyu biraz daha irdeleyecek olursak... Akıl, beynin prefrontal korteksteki işlevinin yansımasıdır. Daha öncede bahsettiğim gibi, prefrontal korteks beyin geneliyle bağlantı kurabilecek ve beyin geneli üzerinden, beynin evrenle derin bağlantılarından yararlanarak evrensel boyutlarda kendini tanıyabilecek üstün bir kapasitede meydana getirilmiştir (dindeki tabiriyle “Ahsen-i Takvim” {en mükemmel yapıda}). Beynin prefrontal korteks alanındaki nöral bağları artırarak aklın beyin geneli üzerinde hakimiyetini sağlayanlar hilâfet sırrına erip, yeryüzünde Allâh adına tedbir ve tasarruf etme yetkisiyle yaşarlar.
Bu husus Kur’ân’da TâHâ sûresi 53. ayette şöyle açıklanmaktadır:
“Arzı sizin için bir beşik olarak meydana getirip, orada sizin için yollar açar, semâdan bir su inzâl eder... O su ile çeşitli nebattan çiftler çıkardık.”
Yüzmilyar nörondan oluşan ve trilyonlarca bağlantı kurma kapasitesiyle beyin, insanın kendini geliştirdiği beşik hükmündedir.
Nöronların birbiriyle oluşturdukları bağlantı ağları (sinapslar), insanı Allâh ilmi olan evrende çeşitli anlam seyrine götüren yollardır.
Nöral bağların oluşturduğu anlamlar, beyindeki Esmâ potansiyelini tetikleyerek işlevsel kılar. Esmâ (Allâh’ın kendini tanımladığı vasıfları), “Semâ’dan inzal olan su” misali kişinin bilinci ve yaşam alanı olan dünyasını oluşturan (Kur’ân tabiriyle “çeşitli nebattan çiftler çıkaran”), holografik esasa göre her zerrede mevcut olan evrensel sistemin ana kuvveleridir.
Herkes akıl kapasitesi kadar KİTABULLÂH’ı (Allâh ilmi olan evrenden bilincine yansıyanları) OKU’r (kavrar)!.
İsrâ sûresi 15. ayet bu gerçeği şöyle açıklar: “OKU yaşam bilgini (kitabını)! Bilincin bu aşamada, yaptıklarının sonucunun ne olduğunu görmeye yeterlidir.”
Kişinin akıl kapasitesi ne düzeyde olursa olsun... Neticede her insanın ortak olarak kavraması gereken bazı temel gerçekler vardır. Bunlar özetle: Hakk’ın varlığı (Esmâ) ile vücud bulan (var algılanan) insanın ölümsüzlüğü; bedenin ölümü sonrasında insan için boyutlar değiştirerek süregidecek sonsuz bir yaşam gerçeği; insanın dünyadaki varlığı, sonsuzluğa kendini hazırlaması için ibadetle gerekli ruhaniyeti kendinde oluşturmasıdır.
Fakat akıl kapasitesi yüksek olanın hakikat ve sisteme dair fark edeceği öyle incelikler vardır ki, bunun beyinde tetikleyeceği potansiyellerin getirisini ancak yaşayanlar bilir.
İmam Gazâli’nin (k.s.) “Mişkâtül Envar” (Nûrlar Feneri) isimli kitabında söylediği gibi:
“Bunu bilen bilir, bilmeyen inkâr eder!.. Bu ilim ancak, Allâh’ı bilenlere verilmiş olan hususi mahiyetteki gizli bir ilimdir.
Onlar bunları söyledikleri zaman, Allâh’a karşı mağrur olanlardan başkası inkâra kalkmaz...”
Sevgi ve saygılarımla
Waalwijk, 01-01-2013