3.8 SIRATALLEZİYNE EN’AMTE ALEYHİM. ĞAYRİL’MAĞDÛBİ ALEYHİM. VE LADDAAALLİYN

Sıratalleziyne en’amte aleyhim. Ğayril’mağdûbi aleyhim. Ve Laddaaalliyn;

Ki o, in’amda bulunduklarının (nefslerinin hakikati olan Allâh Esmâ’sına iman edip, ondaki kuvvelerin farkındalığını yaşayanların) yoluna… Gazabına uğrayanların (âlemlerin ve nefsinin hakikatini göremeyip benlikleriyle kayıtlananların) Ve (Hakikatten – Vahid’ül EHAD üs Samed olan Allâh ismiyle işaret edilen, anlayışından) saparak şirk koşanların yoluna değil.

Kur’ân Çözümü, Fâtiha Sûresi

 

Fâtiha sûresinin bu son ayetinde “in’am üzere” olunması ve bunun yanı sıra gazap ve dalâletten sakınılması gerektiği belirtilerek, insan için hidâyetin nasıl olması gerektiği netleştirilmektedir.

“İn’am (nimet) üzere olmak” ne demektir?.

Genel anlamda in’am, kişinin Allâh Rasûlüne iman etmesi ve bildirdiği yolda yaşamını değerlendirmesidir.

Özel anlamda nimet ise, öncelikle kişinin zatının Esmâ olduğu bilincine ermesidir. Sonra da Esmâ’nın açığa çıkış veya kuvveye dönüşüm mekanizması hükmünde olan beyin kapasitesini Rasûlullâh öğretisine (şeriatına) dayalı bir biçimde artırarak, kesbettiği aşkın yetilerle kendini hakikatı (İhlâs sûresindeki Allâh tarifi -Teklik gerçeği-) yönüyle daha kapsamlı tanıma yolunda değerlendirmek suretiyle (Sâlihler, Şehidler, Velîler ve Nebiler gibi…) Allâh’a yakîn (kurb) elde edip, ebedî huzur ve saadete erenlerden olmasıdır.

 

SAKINILMASI gerekenlere gelince…

“Allâh gazabına uğramak”, özetle kendini ölümlü bedenin geçici dünyasına hapsederek, Allâh’ı bilmenin getirisi olan beynin aşkın nimetlerinden yararlanamamaktır.

Üstadım Ahmed Hulûsi Allâh gazabına uğramanın nedenini “kilitlenmek” olarak açıklar ve “Kilitlenmişlik” yazısında şöyle izah eder:

“Geçmişte bir zaman içinde… Belki gençlikte veya yeni yetmelikte, bir hüküm veriyorsunuz: “Bu konu şöyledir” ya da “bu, bu kadardır” diye…

Böylece, beyin o konuda kendi kendini kilitliyor! Bundan sonra, o hükme ters gelen ne kadar yeni gelişme olursa olsun, beyniniz onları görmüyor ve değerlendirmeye almıyor!

Üstadım aynı yazısında konuya misal olarak “Allâh, onların, beyinlerindeki hakikat algılamasını kilitlemiştir; basiretleri perdelidir…” ayetini verdikten sonra şöyle devam eder:

“Burada, “Allâh’ın mühürlemesi” ifadesinden murat, “Sünnetullâh” sonucu, beyin çalışma sistemi gereği, kişide oluşan kilitlenme, “körlük-blokaj”dır!

Zira kişi, verdiği yanlış hükümle beynini kilitler ve artık o gerçekle yüz yüze gelse de onu değerlendiremez!

KÜFÜR, gerçeği örtmek, görememek, inkâr etmektir! Ki bu da, beyindeki kilitlenmenin sonucudur! “Kâfir” diye tanımlananlar; beyinleri önceden verdikleri hükümle kilitlenmiş olduğu için, “ALLÂH”, “Rasûlullâh” ve “Kur’ân” gerçeğini değerlendiremeyip, onu ÖRTENLERDİR!”

“İnsan ve Din” kitabı, “Kilitlenmişlik”

 

Gazap, varlıkta geçerliliği olmayan bir bilgiyi gerçek veri kabul ederek, beynin gerçeğe açılım hareketine engel olmaktır.

Beynin doğasına göre işlevini yapmasına engel olmanın dindeki tanımı ise zulümdür. Lokman sûresi 13. ayet bu konuda bizleri şöyle uyarır: “Kesinlikle şirk zulmün en büyüğüdür!.” Zira şirk, aslı olmayan bir bilginin gerçek veri olarak kabul görmesidir (örneğin, kendimizi bedensel varlık kabul etmemiz)… Bu ise gerçekle (Allâh ile) aramızdaki bağı koparır.

 

SAKINILMASI belirtilen ikinci husus ise “dalâlet”tir..

Hidâyetin zıddı olan dalâlet kavramını Üstadım Ahmed Hulûsi şöyle açıklar:

Dalâl ve dalâlet doğru olan yoldan hataen veya kasden “sapmak”tır… Yani, doğru yol üzere iken, hata yapmak suretiyle veya kasdı mahsusa ile, yürüğü istikâmetten başka bir yöne yönelmektir dalâl…”

Doğru anlayışta iken (doğru olanı bulmuş iken) yanlış bir fikrin tesirine kapılarak başka bir istikamette yaşamını devam ettirmenin ne kadar yaygın bir tehlike olduğunu Efendimiz (s.a.v.) şöyle anlatır: “Yetmiş üç fırkaya ayrılacak ümmetim. İçinden bir tanesi kurtuluşa erecek, ötekiler dalâlette kalacak.”

Nitekim Yûsuf sûresi 106. ayette, iman edenlerin çoğunluğunun dahi bir yanılgı içinde oldukları şöyle belirtilmektedir:

“Onların çoğunluğu ancak müşrikler olarak (varsandıkları, tanrıları veya benliklerini eş koşarak) Allâh’a iman ederler!”

Bu da iman eden çoğunluğun gerçekte dalâlet içinde olsa dahi (Kur’ân ve Rasûlullâh açıklamalarını doğru anlamış olmasalar da), Risâletin bildirdiğine iman ve Nübüvvetin bildirdiklerine teslim olmaları halinde, teknik olarak beynin çalışma mekanizmasından mutlaka yararlanarak ölümötesi yaşamları için gerekli korunmayı sağlayacakları anlamına gelir.

Netice itibariyle gazap ve dalâlet, Allâh’ın tekliği -Vahdet esası- üzerine kurulu İslâm dininin oluşturmak istediği temel bakış açısından sapmamıza ve bunun getirisi cennetüstü diye de tanımlayabileceğimiz yaşamdan mahrum olmamıza yol açan her türlü bilgidir.

 

Waalwijk, 16 Nisan 2013