ÖNSÖZ
İDRAK BİRLİĞİ

Bilimle yeniden doğuşa geçen İslâm güneşinin ışığıyla aydınlanan insanlığın bugünkü durumuna dair naçizane bir görüşüm...

Özellikle Üstâdım Ahmed Hulûsi’nin açtığı pencereden İslâm dinine bakışa dayalı olarak, birçok insanın kendi anlayışına yakın olanlarla oluşturduğu toplulukta imanın gereğini yaşadığı bir süreçten geçiyoruz.

İhtilâfa rahmet gözüyle bakıp , “türlü fikirlerin çarpışmasıyla hakikat şimşekleri çakar” diyeceğimize, aynı kaynaktan beslenen bu topluluğun bazısına göre bazısı yanlış.

Geçmişte sahâbe arasında anlayış birliği olmamasına rağmen İMAN birliği olduğundan, Allah Rasulü (s.a.v.): “Ashâbım gökteki yıldızlar gibidir, hangisini takip ederseniz hidâyete ulaştırır” diyerek, vahiy kaynaklı iman bilgisine ters düşmediği sürece anlayıştaki farklılıkların kişiyi hidâyete erdireceğine işaret etmiştir.

Allah Rasulü (s.a.v.) vefat ettikten ve Hz. Ömer (r.a.) şehit edildikten sonra, sahabe arasında yorum farklılıkları yüzünden fitne çıkmış, iman bilgisine dayalı birlik bozulmaya başlamıştır.

Ashâb ve tabiînden birbirine yakın anlayışta olan bazı topluluklar iman birliğinden uzaklaşmış, bölük bölük olarak alenî biçimde mücadeleye tutuşmuştur.

Günümüzde iman bilgisini aklî delillere dayalı olarak açıklayan bir bilgi kaynağından (Üstâd Ahmed Hulûsi’nin ilminden) beslenmekte olan bizler, İDRAK birliğinde birbirimizle ünsiyet kurmak yerine daha şimdiden bölük bölük olmuş ve birbirimizi alenî olarak yaralamaktan çekinmez hale gelmişiz. Tıpkı bilgi ve gücüne güvenerek başkalarına tahakküm etmek isteyen, söz ve davranış hakkı tanımayan zorbalar gibi...

Ben de (doğru veya yanlış) bunların bir parçası olmamak için gönül evime çekildim ve sükûn içinde altın çağın bilgi kaynağından anladığım kadarıyla istikamet sahibi olarak yaşamaya çalışıyorum.

Tohumu 2010 yılında, Üstâdım Ahmed Hulûsi’nin Münih sohbetleriyle ekilen “Üstâdımın düşündürdükleriyle Uyanış” isimli kitap, bugünkü bakış açıma temel teşkil eden anlayışımı oluşturmaktadır.

“Üstâdımın Feyzi ile Kırk Hadis” isimli elinizdeki bu kitap ise, bahsettiğim bakış açıma temel teşkil eden anlayışım üzerine kurulu olup, Sadreddin Konevî (k.s.) Hz. lerinin “Kırk Hadis” isimli kitabı üzerinde yaptığım bir çalışmadır.

Zaman zaman görüştüğüm, düşünce ve hissiyatımı paylaştığım bir elin parmaklarını geçmeyen dostlarımla dağ başında kavgadan uzak, huzur içinde günlerimi geçiriyorum.

Tabi ki yeri geldikçe alışagelmişin dışına çıkmış, farklı düşünceleriyle farklı açılardan Kur’ân ve Rasulullah’a bakmama vesile olan birkaç kardeşimi ziyaret için dışarı çıkıp kalabalığa karışıyor, kalabalık içinde kimseye bulaşmadan sükûnetle yürüyorum.

“Su akar, yolunu bulur”… Rasulullah’a iman eden her insanın kendi anlayışından hakikatine mutlaka bir yol bulacağını bildiğimden, hiç kimse için ne bir kaygım ne de bir endişem var. Zira yaradılışı gereği her insanın Rabbiyle öyle özel bir bağı vardır ki araya ne bir Mürsel Nebî ne de Mukarreb Melek girebilir.

Hal böyleyken, birilerinin başkalarına Allah için yol göstericilik yapmaya kalkışarak veya günümüz diliyle yaşam koçu olarak kul ile Rabbi arasına girmesi ne tuhaf.

Kişinin ağzından çıkan bir kaç cümleye takılıp, düşüncelerine vakıf olduğunu sanarak hüküm veren yüzeysel beyinlerin elinde terbiye olarak aydınlanan ve çevresini aydınlatan olmuş mu hiç?

Esas olan başkalarını kendi yolumuzdan (anlayışımızdan) hakikate ulaştırmaya çalışmamız değil, her bir insanın kendi anlayışından Rabbine giden yolculuğunu/seyrini kolaylaştırmamızdır. Zira kim Allah’a erdiyse, bir başkasının elini tutarak değil, gerçekte kendinden bir yol bulmak suretiyle ermiştir.

Tasavvuf ehlinin eserlerinden de fark edileceği üzere, her biri Kur’ân ve Rasulullah açıklamaları ışığında kendine açılan hususî bir pencereden Vechullâh’ı seyretmiş, tespit ettiklerini de karşılık beklemeksizin ve dayatmadan paylaşmıştır.

Beyin kendisine çeşitli kanallardan ulaşanları değerlendirecek yeterli bilgiye sahip değilse, yetersiz kaldığı bölümleri kendisine makul gelecek bir biçimde doldurmak üzere çalışır. Beyin bu işlevini hissettirmeden, bilinçaltında bir otomasyonla gerçekleştirir. Böylece biz birçok konudaki eksiklerimizi fark etmeden, daima yeterli olduğumuz sanısı içinde ve kendimizden emin bir havayla yaşar ve hatta başkalarına yön verecek pozisyonda görürüz kendimizi.

Maalesef (ben dâhil) birçoğumuzun durumu, kendini Napolyon sanan tımarhanedeki zavallı akıl hastasından farksız.

Acaba Allah Rasulü (s.a.v.) günümüz beyin bilimiyle tespit edilen bu gerçek dolayısıyla mı “Cennet ehlinin çoğunluğu bühl’dür (ahmak, anlamadığını anlamayan) demiştir.

Allah, ölmeden önce indindeki gerçekleri fark ettirip sanı uykusundan uyandırsın bizleri.

Antalya, 29.08.2015