Kırk Hadis
Otuz Altıncı Hadis-i Şerif
Rasulullah (s.a.v.) Efendimiz , şöyle buyurdu:
- “Sefere çıkınız, sıhhate erer ganimet bulursunuz...”
Seferden maksat kişinin hakikatini bilmesi ve gereğini yaşaması yolculuğudur.
Tasavvufta bu yolculuğa “Seyr-i Sülûk” denmiş ve ehli tarafından aşılması gereken yedi mertebe olarak tespit edilmiştir… Üstâdım Ahmed Hulûsi bu yedi mertebeyi şöyle anlatır:
1. Ruhu cüz ’isinin ne olduğunu bilir
2. Aklı ve muhakemesini fark edip, düşünerek harekete başlar
3. Aklının Akl-ı Küll olduğunu fark edip; ruhunun Ruh-u A ’zamla kâim olduğunu; nefs’inin Nefs-i Küll’den geldiğini hisseder.
4. Hepsinin Zât ’ta fâni olduğunu müşâhede eder ve neticesini yaşar.
5. “İbn-ül Vakt” olduğunun bilincindedir.
6. “İbû’l Vakt” diye işaret edilen kemâlât ile yaşar.
7. “Fakr” = mahvı küll = Hiçlik
(Not: Tasavvufta aşılması gereken bu yedi mertebeyle ilgili daha fazla bilgi isteyenlere İsmail Hakkı Bursevî (k.s.) Hz.lerinin dilimize çevirmiş olduğu, Muhyiddin Arabî (k.s.) Hz.lerinin “Risâle-i Lübbül Lübb ve Sırrel-Sırr ”, Türkçesi “Özün Özü” isimli eserini okumalarını tavsiye ederim.)
YİNE tasavvufta hakikatini bilme yolunda “Seyr-i Enfüsî” ve “ Seyr-i Afakî” olmak üzere iki seyirden bahsedilir.
Seyr-i Enfüsî , kişisel gerçeklerin fark edilmesidir. Tüm Esmâ’nın programlandığı beynin açılım sistemiyle insanın dünyası ve kişiliğinin hayalde meydana geldiğini bilmek ve Esmâ ile kendini tanıma sürecidir.
Seyr-i Âfakî , evrensel gerçeklerin fark edilmesidir. Bu da Allah ilminde Esmâ’sının evrensel boyutlardaki açığa çıkış sistemi ve düzeninin (Sünnetullah’ın) bilinmesi sürecidir.
Fussilet Sûresi, 53 ’üncü ayet bu konuya şöyle ışık tutar:
“ Âfakta (ufuklar - dışta) ve enfüslerinde (bilinçlerinde) işaretlerimizi onlara göstereceğiz, tâ ki O’ nun Hak olduğu kendilerine açıkça belli olsun! Rabbinin her şeye şahit oluşu yetmez mi?”
Gavs-ı Â’zâm Abdulkâdir Geylânî (k.s.) Hz. leri Risâle-i Gavsiye’sinde Seyr-i Enfüsî’yi şöyle anlatır:
“Ve daha dedi ki: Yâ Gavs-ı Â’zâm, benden, seferi bâtını yapmamakla uzak olursa bir kişi, onu sefer-i bâtın ile müptelâ kılarım.”
SEYİR üç aşamalıdır...
Hakikatine ermek için çıkılan bu düşünsel yolculuğun ilk aşamasında, kişi varlığının Allah Esmâ’sından meydana geldiğini öğrenir.
Seyrin bu ilk aşamasını Rasulullah (s.a.v.) Efendimiz: “nefsine ârif olan Rabbine ârif olur” diye tarif etmiştir.
Kişi nefsim (benliğim/bilincim) dediği şeyin, Allah ismiyle açıklanan Vahidü’l-Ahad’ın (sayısal çokluk kabul etmez TEK’in) Rubûbiyet (Esmâ’sının terkip) hükmüyle açığa çıkışı olduğunu; bu hükmün açığa çıkış mahallinin de beyin olduğunu anlar!
Tüm boyutları ve sayısız türleriyle evreni, Esmâ’sının açığa çıkışı için meydana getiren Allah... Esmâ’sının evrensel boyutlardaki açığa çıkışını seyretme özelliği ile insan beynini var ettiğini, bundan dolayı beynin sınırsız imkânlar potansiyeli olduğunu anlar ve bu anlayış kişiyi Allah’a vuslatın ikinci aşamasına getirir.
SEYRİN İKİNCİ AŞAMASINDA kişi, bedenin beyinde oluşturduğu blokajlardan/kayıtlardan kurtulup, evrensel boyutlarda kendini tanıması için gerekli Esmâ’nın beyninde kuvveye (beyin devrelerine) dönüşmesi çalışmalarını yapar.
Bir diğer ifadeyle, beyindeki potansiyel Esmâ’dan kapsamlı bir biçimde yararlanma çalışmaları yapar.
Böylece beyni yüksek frekanslar diye tarif edilen, bedensel algı kayıtları dışındaki evrene duyarlı hale gelir. Bu sayede kişi bedensel kayıtlardan ve getirisi olan yüzeysel yaşam biçiminden kurtularak, boyutsal düşünce ve derin görüşle sıhhate erer.
Bu hal, tasavvufta “Mübdî Mârifet” diye tarif edilmiştir.
SEYRİN ÜÇÜNCÜ AŞAMASINDA ise, bir önceki basamakta yapılan hakikatin gereğini yaşatacak gerekli Esmâ’nın beyinde kuvveye (beyin devrelerine) dönüştürme çalışmaları, kişiyi hakikatinden perdeleyecek bedensel kuvveleri bastırmakla kalmaz, aynı zamanda bu bedensel kuvvelerin evrensel gerçekler doğrultusunda kontrolünü de sağlar.
Bu sayede kişi bedenin beyin üzerinde oluşturduğu her türlü engelleri aşmış olarak Fethe erer. Beyin kapasitesinin izin verdiği oranda holografik tekil bilgide/Allah ilminde serbest ve çok yönlü bir yaşam sürer.
Feth Sûresinin ilk üç ayetleri bunu anlatır:
“Kesinlikle sana öyle bir fetih (görüş açıklığı) verdik ki (o) Feth-i Mübiyn’dir (apaçık hakikati sistemi müşâhede)!”
“Bu yüzden Allah, senin geçmiş ve (fethe rağmen oluşacak) gelecek tüm zenbini (bedenselliğin doğal getirisi perdeliliklerini) mağfiret eder (örter) ve sana olan nimetini tamamlar; seni, hakikatini yaşama yolunda yürütür!”
“Allah seni benzersiz, karşı konulmaz bir zafere erdirir!”
Bu hal tasavvufta, “Mûtu kablel ente mût-ölmeden evvel ölmek” diye tarif edilmiştir.
Böylece hadiste belirtildiği üzere kişi Allah’a vuslat için tasavvuf yolunu tutarak sefere çıkmış, bu yolda yaptığı tasavvuf çalışmaları ile sıhhate erip, ganimet bulmuştur.
Doğrusunu bilen Allah’tır...