Kırk Hadis
Yirmi Birinci Hadis-i Şerif
Rasulullah (s.a.v) Efendimiz, Rabbinden rivayet ederek şöyle anlatıyor:
- “Allâh-u Teâlâ şöyle buyurdu:
- Tam ihlasla, ilah yoktur (tanrı kavramı geçersizdir), sadece Allah vardır; Şahâdetini yapanlar olmasaydı: Cehennemi, dünya ehline musallat ederdim...
Eğer bana ibadet edenler olmasaydı: Bana asi gelenlere, bir anlık dahi mühlet vermezdim...”
Allah ilminde meydana gelen her ne varsa, takdir edilen gayeyi oluşturacak fıtrat üzere (programla) yaratılmıştır. Dolayısıyla her oluşumun bir gayesi ve gayesine ulaştıracak bir programı vardır.
Bu Din-i kayyım’dir (hep pâyidâr, daim geçerli sistem).
Dünya ve içindekilerin oluşum gayesi “insan”dır.
KONUYU BİR MİSALLE AÇIYIM...
Meyvenin çekirdeklerinde ağacın genetik bilgi kodları mevcut olduğundan, o çekirdeklerden tekrar bir ağaç yetişebilir. Fakat bir ağaç meyve vermezse, ondan başka bir ağacın yetişmesini sağlayacak çekirdek elde edilmez.
Dünya bu meyve ağacı misaline benzer, insan da o ağacın meyvesi gibidir...
4,6 milyar yıl önce güneş sisteminin oluşumuyla birlikte meydana gelen Dünyanın kaderi insana ulaşmaktır.
Milyarlar ve milyonlarca süre içerisinde çeşitli dönüşümler ve üzerindeki türlü canlıların geçirdikleri evrimle gelişen Dünya, ilk insanın meydana gelmesiyle meyvesini vermiş, gayesine ulaşmıştır!
Nasıl ki bir meyve ağacı, meyvenin oluşması, gelişmesi ve kemâle ermesi için gerekli her türlü imkân ve şartları sağlıyorsa; aynı şekilde Dünya da içindeki canlılarıyla beraber kâmil bir insanın oluşması, gelişmesi ve kemâle ermesi için gerekli her türlü imkân ve şartları sağlamaktadır.
Ayrıca nasıl ki olmuş bir meyvenin çekirdeklerinden başka bir meyve ağacı yetişebiliyorsa ve bu şekilde meyve ağacı varlığını devam ettiriyorsa; aynı şekilde kemâle ermiş bir insanın genlerinden meydana gelecek başka bir kâmil insan ile Dünya da varlığını devam ettirecektir.
Meyve ağacının kaderi meyve vermesine bağlı olduğu gibi; Dünyanın ve Dünyada yaşayan tüm canlıların kaderi de üzerinde meydana gelecek kâmil bir insana bağlıdır.
Ne zaman ki Dünya üzerinde kâmil bir insan kalmaz, tıpkı meyve vermeyen ağacının varlığını devam ettirememesi gibi, Dünya ve üzerindeki canlılar da tükenişe geçer, zeval bulur.
Buna işaret eden bir başka Rasulullah açıklaması şöyledir:
“Yeryüzünde ALLAH, ALLAH diyen baki kaldıkça, kıyamet kopmaz.”
KUDSÎ HADİS’TE kâmil bir insanın tarifi şöyledir: “Tam ihlasla, ilah yoktur (tanrı kavramı geçersizdir) , sadece Allah vardır; Şahâdetini yapan...”
İhlas’ın anlamına “On Üçüncü Hadis-i Şerif” bölümünde değindiğimizden, burada bölümün konusuyla ilgili anlamı üzerinde duracağım..
“Tanrısallık (dışsallık) kavramının geçersizliğini idrak edip, sadece Allah ismiyle işaret edilenin varlığına (Zât’ı, Sıfat’ı, Esmâ’sı ve Efâl’iyle -küllî hakikatin- holografik esasa göre varlığın her zerresindeki mevcudiyetine) Şahâdet edenler olmasaydı...”
Ki bu “Şahâdet”, Âl-i İmran Sûresi, 18’inci ayette şöyle tarif edilmektedir:
“Allah şahâdet eder, kendisidir “HÛ”; tanrı yoktur; sadece “HÛ”! Esmâ’sının kuvveleri olanlar (melâike) ve Ulü’l-İlm de (ilim açığa çıkardığı mahaller) bu hakikatin Hak oluşuna şahâdet eder, Adl’i kaîm kılarlar. Tanrı yoktur, sadece “HÛ”; Aziyz, Hakiym’dir.”
Şahâdeti oluşturan “Eş-Şehiyd” Esmâ’sının anlamını Üstâdım Ahmed Hulûsi şöyle açıklar:
“Eş-Şehiyd… Varlığıyla varlığının şahidi olan. Açığa çıkardığı Esmâ özelliklerinden varlığını seyredip açığa çıkanlara şahâdet eden! Şahâdet edilenin kendisinden gayrı olmadığını yaşayan.” (Ahmed Hulûsi, “Allah Esmâ’sındaki Muazzam, Muhteşem Ve Mükemmel Özellikler”)
Evet, “Tam ihlasla, ilah yoktur, sadece Allah vardır; Şahâdetini yapanlar (yaşayanlar) olmasaydı” Dünyanın akıbeti, meyve veremediğinden tükenmeye yüz tutmuş bir meyve ağacı gibi olurdu.
ŞÖYLE Kİ…
“Cehennemi, dünya ehline musallat ederdim...”:
Dünya ehlini (yani, bedenin kesitsel algılama sınırları içindeki koza dünyasında yaşamak için var edilmiş insansıları) sadece bedenin hayvanî arzularını tatmin etme yolunda yaşatarak, evrensel gerçekleri bilmenin getirisi olan nimetlerden (örneğin: bilimsel keşifler, teknolojik icatlar, spiritüel/mistik konular veya sanatsal zevkler gibi...) yararlandırmazdım.
“ Eğer bana ibadet edenler olmasaydı: Bana asi gelenlere, bir anlık dahi mühlet vermezdim”:
Beynindeki Esmâ potansiyelini, hakikatinin gereğini kesitsel algı sınırları olan koza dünyasının dışında, evrensel boyutlarda yaşama (veya ölüm ötesi yaşamın şartlarına hazırlanma) yolunda kuvveye (beyin devresine) dönüştürme çalışmalarını yapanlar olmasaydı: Bedensel varlık sanısıyla hakikatinden perdeli yaşayanların, dünyevî istek ve arzularına nail olmaları yolunda beynin çeşitli nimetlerinden (aşkın potansiyellerinden) yararlandırmazdım.
Kudsî Hadis’ten anlaşılacağı üzere dünya ve içindeki her şey İnsan-ı Kâmil için var olup; en bedbahtından en talihlisine kadar, hepsi ve her şey O’nun hürmetine maddî ve manevî olarak rızıklanmaktadır!
“Sen olmasaydın, bu âlemleri yaratmazdım!” Kudsî Hadis’i dahi farklı bir dille bu gerçeğe işaret etmektedir.
KISACA, Dünya ehlinde görülen bilimsel gelişmeler, teknolojik icatlar, spiritüel/mistik ve sanatsal yetenekler, aralarında yetişen bir insanın dimağının rızıklanarak kemâle ermesi içindir.
“Altıncı Hadis-i Şerif” bölümünde ise, dünya ve içindekilerin sunduğu türlü nimetlerle insanın dimağının nasıl rızıklanacağını şöyle açmıştım:
“Kuvvetli mü’min odur ki bir Esmâ potansiyeli olan beyninden en kapsamlı bir biçimde yararlanmak için sistemin kendisine sunduğu tüm imkânları, beynini en üst kapasitede çalıştırma yolunda değerlendirir.
Kuvvetli mü’min insanlardan uzaklaşıp, ruhban misali bir köşeye çekilerek kendini sadece ibadete vermez...
Bir yandan namaz, oruç, zikir gibi gerekli ibadet ve riyazet çalışmalarıyla nefs mücâhedesini yaparken; diğer yandan insanlığın gidişatıyla ilgili siyasî, ekonomi, moda, sinema gibi gündemde olan konulardan da haberdardır.
En son bilimsel bulgular ve teknolojik gelişmeleri takip edip, bu konuda insanların görüş ve fikirlerine de açık olarak bilgisini artırır.
Böylece Kur’ân ve Rasulullah’ı anlamada beyni çok yönlü ve kapsamlı kullanarak, beyindeki Esmâ potansiyelinden verim alır.
İnsanların türlü soru ve sorunlarından kaçmayıp, Allah ve sistemi bilgisine dayalı olarak o soru ve sorunlara en doğru çözüm üzerinde çalışıp hem kendi ufkunu hem de insanlığın ufkunu açar!
Bu konuda çok ileri dereceye varanlarsa dünyanın ve insanlığın idaresi ve gidişatıyla ilgili görev yapan “Ricâl-i Gayb” (manevî görevliler) arasında yerini alır.”
Doğrusunu bilen Allah’tır...