Kırk Hadis
Altıncı Hadis-i Şerif
Rasulullah (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurdu:
- “O mü’min ki: İnsanlar arasına girer, ve onların eziyetlerine sabreder, bu, o müminden hayırlıdır ki: İnsanların arasına giremez ve eziyetlerine sabredemez...”
Bu hadisle bağlantılı olduğunu düşündüğüm bir diğer Rasulullah açıklaması da şudur:
“Her birinde hayr olmakla birlikte Allah’a göre kuvvetli mü’min, zayıf mü’min’den daha sevimli ve hayırlıdır.
Sana yararlı olan şeyler üzerinde hırsla çalış. Allah’tan yardım iste ve acze düşme.
Eğer sana bir olay isabet ederse; bu hoşuna gitmeyen olay dolayısıyla,
- keşke ben böyle yapmasaydım, böyle olurdu! deme...
- Allah böyle takdir etmiş o dilediğini yapar; de... Zira keşke kavramı şeytan ameline yol açar.”
“BİRİNCİ HADİS-İ ŞERİF” BÖLÜMÜNDE kısmen üzerinde durduğumuz üzere...
Tüm boyutları ve sayısız türleriyle evrenin oluşum ve gelişim sisteminde rahmet güçlüden yana işler; zayıf olan, sistemin doğal seleksiyon mekanizması tarafından bastırılarak dönüşüme zorlanır.
Yine kitabın birçok yerinde sık sık üzerinde durduğumuz üzere iman, epifizden beyne geçiş yapan yüksek frekansların bilinçte meydana getirdiği evrensel bir aydınlanma olduğundan bahsettik.
Hz. Muhammed (s.a.v.) ’in Risâlet işleviyle açığa çıkardığı varlığın hakikati bilgisi ve sistemi gerçeklerine iman edip, iman edileni değerlendirmek için Nübüvvet işleviyle yapılması (sevap) ve yapılmaması (günah) gereken bildirimlere riayet etmek çok önemlidir. Zira bu sayede kişi bir Esmâ potansiyeli olan beynini, bedensel varlık sanısıyla kayıtlamaktan kurtararak Allah Esmâ’sıyla var olmanın aşkın nimetlerine ermek suretiyle daha üst özellikli bir yapıya dönüşür.
BU BİLGİLER EŞLİĞİNDE kuvvetli mü’min’i şöyle tarif edebiliriz:
Kuvvetli mü’min odur ki bir Esmâ potansiyeli olan beyninden kapsamlı bir biçimde yararlanmak için sistemin kendisine sunduğu imkânları değerlendirir.
Kuvvetli mü’min insanlardan uzaklaşıp, ruhban misali bir köşeye çekilerek kendini sadece ibadete vermez...
Bir yandan namaz, oruç, zikir gibi gerekli ibadet ve riyâzet çalışmalarıyla nefs mücâhedesini yaparken; diğer yandan insanlığın gidişatıyla ilgili siyaset, ekonomi, moda, sinema gibi gündemde olan konulardan da haberdardır.
En son bilimsel bulgular ve teknolojik gelişmeleri takip edip, bu konuda insanların görüş ve fikirlerine de açık olarak bilgisini artırır.
Böylece Kur’ân ve Rasulullah’ı anlamada beynini çok yönlü ve kapsamlı kullanarak, beyindeki Esmâ potansiyelinden verim alır.
İnsanların türlü soru ve sorunlarından kaçmayıp, Allah ilmine dayalı olarak o soru ve sorunlara en doğru çözüm üzerinde çalışıp hem kendi ufkunu hem de insanlığın ufkunu açar!
Bu konuda çok ileri dereceye varanlarsa dünyanın ve insanlığın idaresi ve gidişatıyla ilgili görev yapan “Ricâl-i Gayb” (manevî görevliler) arasında yerini alır.
KONUYU BİRAZ DAHA DERİNLEŞTİRECEK OLURSAK...
Sadreddin Konevî (k.s.) Hz. leri “kuvvetli mü’min” ifadesini, kâmil bir insan olarak tanımlar.
Şüphesiz yeryüzüne gelmiş en kâmil insan Rasulullah (s.a.v.) Efendimiz’dir...
“Seni âlemler (insanlar) için sadece rahmet olarak irsâl ettik” (Enbiya Sûresi 107) ayeti, Rasulullah (s.a.v.) Efendimiz’in insanlık âlemindeki üstün meziyetine işaret eder.
Hz. Muhammed (s.a.v.), epifizinden beynine geçiş yapan yüksek frekanslara dayalı eşine rastlanmamış bir algılama ile Allah ilmini (varlığın hakikati, oluşum ve gelişim sistemi gerçeklerini) en ince ayrıntılarına kadar açıklayarak, insanlığın bu konuda oluşabilecek her türlü soru ve sorunlarına cevap olarak ihtiyaçlarını tamamlamıştır!
Bu gerçek, Mâide Sûresi, 3’üncü ayette şöyle belirtilmektedir: “Bugün sizin için Dininizi ikmal ettim (Din konusundaki bilgilenmenizi), üzerinizdeki nimetimi tamamladım ve sizin için Din (anlayışı) olarak İslâm’a (Allah’a tam teslimiyete) razı oldum…”
Hz. Muhammed (s.a.v.) ’den sonra O’nun Vârisleri gelir ki bunlar “Rüesâ” ve “Müferridûn” derecesinde yüksek kemâlât sahibi Velîlerdir.
Sadreddin Konevî (k.s.) Hz. leri zayıf mü’min’i de “meczub” olarak tarif eder.
Tabi bunun bizim genel mânâda anladığımız “aklını yitirmiş, zararsız bir deli” anlamında bir mezcublukla alakası yoktur.
Sadreddin Konevî (k.s.) Hz. lerinin bahsettiği meczub, Allah kavramının cezbesiyle varlığından geçmiş kişi anlamınadır.
Bu anlamıyla meczubluk her ne kadar bizim gibi sıradan vatandaşların nazarında yüksek bir dereceye sahip ise de, Vâris-Rasulullah’a nazaran zayıf kalmaktadır.
HAZIR YERİ GELMİŞKEN zamanın Gavs’ı olan Seyyid Abdulaziz Ed-Debbağ (k.s.) Hz.lerinin “El-İbriz” (Som Altın) isimli kitabında meczub Velîlerle ilgili bir açıklamasını nakledeyim...
“Meczublar da Divan-ı Evliya’ya girerler mi? Girseler de diğer evliya gibi tasarruf ederler mi?” diye sordum.
Abdülaziz Debbağ Hz. leri buyurdu ki:
Meczublar Divan’a giremezler ve ellerinde de tasarruf yoktur. Meczublara tasarruf etmek salahiyeti verilirse insanlar helak olurlar.
Peki ne zaman bunlara tasarruf etmek salahiyeti verilir, ne zaman tasarrufta bulunurlar?
Allah lanet etsin o Deccal yok mu, Onun çıktığı vakitte iş meczubların eline geçer. O zaman bunlara tasarruf salahiyeti verilir. Divanın ekseriyeti meczub Velîlerden olur. Meczublarda temyiz kudreti yoktur. Onun için yaptıkları işler eksik olur. Deccal de bu yüzden çıkar.”
Seyyid Abdulaziz Ed-Debbağ (k.s.) Hz. lerinin bu açıklamasıyla ilgili kişisel görüşüm şöyledir:
Meczubların Divan-ı Evliya’ya girmeleri ve onlara tasarruf salahiyeti verilmesi, yüksek kemâlât sahibi velilerin ilgi ve iltifatlarına nail olarak onlara Allah adına geniş bir yetki verilmesidir..
Bunun Deccaliyet alameti olması ise, Allah Esmâ’sının açığa çıkış sistemi (Sünnetullah) gereklerine göre (bedensel algı kayıtların dışında, evrensel boyutlarda) kendini tanıma erdemi olan İslâm’ın, tekliğin cazibesiyle kendinden geçme anlayışı derekesine düşmesidir… Bunun insanlara yansıması ise, ölüm ötesi yaşam gerçeği (evrensel gerçekler) temeli üzerine kurulu İslâm anlayışının ihmal edilerek, manevî bir gönül eğlencesi haline gelmesidir.
Doğrusunu bilen Allah’tır..