Otuz Üçüncü Hadis-i Şerif

Bir gün Rasulullah (s.a.v.) Efendimize , şöyle buyurdu:

- Allâh-u Teâlâ, yeri ve semâları yaratmadan önce neredeydi?

Rasulullah (s.a.v.) Efendimiz, bu soruyu şu şekilde cevaplandırdı:

- “RABBIMIZ, BİR ÂMÂ’DA İDİ...”



Yer/Arz, bedensel algılamaya (beş duyuya) karşılık gelen kişinin hayal dünyasıdır; semâlar da, varlığın hakikatine doğru derinleşen yedi nefs mertebeleridir.

Anlayış/idrak seviyeleri de diyebileceğimiz nefs mertebeleri aşağıdan yukarıya doğru sırasıyla; Emmâre nefs, Mülhime nefs, Mutmainne nefs, Râdıye nefs, Mardiye nefs, Sâfiye nefs diye tarif edilmiştir... (Not: Nefs mertebeleri hakkında daha fazla bilgi için Üstâdım Ahmed Hulûsi’nin “Nefs mertebeleri” yazısının okunmasını öneririm…)

Biraz daha genişletecek olursak...

Yer ifadesi Emmâre Nefs düzeyinde, bedensel algıma ile tespit edilen atomik ve moleküler katmandan planet, yıldız, yıldız kümeleri ve galaktik boyutlara kadar uzanan evren anlayışıdır. Semâlar ifadesi ise Levvâme ve Mülhime Nefs düzeyinde başlayan ve Sâfiye Nefs ile belirtilen, varlığın hakikatine doğru derinleşen, bedensel algılama sınırlarının üstünde bir algılama ve değerlendirmeye karşılık gelen evren anlayışıdır.



PEKİ, “Allâh-u Teâlâ, yeri ve semâları yaratmadan önce neredeydi?”

Allah ismiyle açıklanan Vahidü’l-Ahad (sayısal çokluk kabul etmeyen TEK) zamansallık ve mekânsallık kavramından münezzeh olduğuna göre, “yaratmadan önce neredeydi” sorusunu “geçmiş bir zamanda, hangi mekânda yaşıyordu” şeklinde değerlendirilmesi çok yanlıştır.

Hücresel yapının boyutsal önceliğinin moleküler yapı ve mekânın moleküler boyut olması; moleküler yapının boyutsal önceliğinin atomik yapı ve mekânın atomik boyut olması; atomik yapının boyutsal önceliğinin de kuantsal yapı ve mekânın da kuantsal boyut olması gibi (ki kuantsal boyutta zamansallık ve mekânsallık kavramı düşer!); boyutsal anlamda bir öncelik olarak değerlendirilmesi gerekir.



“RABBIMIZ, BİR ÂMÂ’DA İDİ...”

Rab kelimesi, birimin varlığını meydana getiren Esmâ terkibi anlamına gelmektedir.

“Allâh-u Teâlâ, yeri ve semâları yaratmadan önce neredeydi?” sorusuna karşılık Rasulullah (s.a.v.) Efendimiz: “Rabbimiz...” diyerek, kişinin Allah hakkındaki bilgisinin, ancak beyninde kuvveye dönüşen Esmâ kadar olabileceğini belirtmektedir.

Bir diğer ifadeyle, hakikati kavrama anlamına gelen OKUma işlemi Rubûbiyet mertebesi üzerinden gerçekleştiği için, Rasulullah (s.a.v.) Efendimiz: “RABBİMİZ” demiştir.

Bu üstünde durulması gereken önemli bir inceliktir...



“ÂMÂ’DA İDİ...” (karanlıkta idi) cevabı, tıpkı bir filmin izlenmeden önce blu-ray disk üzerindeki potansiyel mevcudiyeti gibi, evren ve içindekilerin Allah ilmindeki potansiyel mevcudiyetine (kuantum potansiyele) işaret etmektedir.

Örneğin hücre DNA’sındaki genetik kodlar (potansiyel bilgi boyutu), Esmâ’nın insan varlığını oluşturacak bir biçimde terkiplendiği Rubûbiyet mertebesidir ve insanın boyutsal önceliği olarak ÂMÂ’sıdır.

Yani Rasulullah (s.a.v.) Efendimizin: “ÂMÂ’da idi...” ifadesi, varlığın Allah ilmindeki potansiyel mevcudiyetine işaret etmektedir.

Tüm boyutları ve sayısız türleriyle evren, yokluk diye işaret edilen ÂMÂ’dan (Allah ilmindeki potansiyel mevcudiyetinden) tetikleme sistemiyle varlığın aydınlığına çıkıp, bir sonraki açığa çıkışın biçimini belirleyerek tekrar yokluğun ÂMÂ’sına (ilimdeki potansiyel mevcudiyetine) dönmektedir.

Bu var olup yok olma hali o kadar hızlı tekrar etmektedir ki kişi varlığının sürekli olduğu zannına kapılmaktadır.

Daha doğrusu, kişi farkındalığı sadece varlığa çıkış halinde yaşar. Buna mukabil yokluğun âmâ’sında (Allah ilmindeki potansiyel mevcudiyetinde) ise farkındalık olmadığı için ikisi arasında kıyas yapamaz. Dolayısıyla az önce kullandığım: “var olup yok olma halinin o kadar hızlı tekrar etmektedir ki kişi varlığının sürekli olduğu zannına kapılmaktadır” cümlesi yanlış olup, bir sistemi anlatma sadedinde kullandım. AbdülKerîm Ceylî (k.s.) Hz.lerinin “İnsan-ı Kâmil” isimli kitabında belirttiği üzere: “Bu sözün zâhiri (kabuğu) hakikatın ÖZ’üne varmaktan seni men etmesin, sana perde olmasın… İdrâkinin yüzüne örtü teşkil etmesin…”

Kuantum fiziği açısından zaman kavramı, art arda dizilen anların (moment) birbirlerine göre değerlendirilmesinden kaynaklanan zihinsel bir deneyimden ibarettir.

Atom çekirdeği etrafında kendi yörüngesinde döndüğünü sandığımız elektron, herhangi bir şeyle etkileşime girip tedirgin edilmediği sürece bulutumsu bir haldedir... Yani elektron bulutu, elektronun potansiyel hali olarak ÂMÂ’sıdır.

Ne zaman ki bir elektron fotonla etkileşime girer, o vakit elektronun bulutumsu hali (belirsizliği) kaybolur ve belirli bir pozisyon (mekân) ve belirli bir enerji (zaman) ile lokalize olmuş (belirginlik kazanmış) elektron açığa çıkar. Ve açığa çıkış biçimine (pozisyon ve enerjisine) göre bir sonra ki hareketin doğrultusunu belirlemiş olarak bulutumsu haline tekrar geri döner.

Konumuzu kuantum fiziği açısından özetleyecek olursak...

Kuantsal boyut, yer (tüm boyutları ve sayısız türleriyle evren) ve semâların (7 nefs mertebelerinin) orijini olan salt enerjidir (RUH ve Melaike).

Kuantum potansiyel, kuantsal boyutun formasyonunu belirleyen bilgi boyutudur (Rubûbiyet/ÂMÂ).

Kuantum mekaniği, kuantsal boyuta form veren mekanizmadır (Sünnetullah).

Doğrusunu bile Allah’tır...