Yedinci Hadis-i Şerif

Rasulullah (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurdu:

- “Şayet Hakkı tam manası ile bilseydiniz: Su üzerinde yürürdünüz, dağlar sizinle kayardı...”



Sadreddin Konevî (k.s.) Hz. leri kitabında der ki:

“Özellikle bu Hadis-i Şerif’te, fenâ bulma haline işaret edilmektedir.”

Kişi tüm boyutları ve sayısız türleriyle evrenin, ismi Allah olan Vahidü’l-Ahad’ın (sayısal çokluk kabul etmez TEK’in) ilminde Esmâ’sının açığa çıkış seyri için meydana gelmiş bir hayal olduğunu anlar ve bunun hakikat olduğuna iman ederse, kendisi de dâhil olmak üzere her şeyi Allah Esmâ’sıyla vasıflanmış bir halde bulur.

Nazarında yaratan ve yaratılan ikilemi biter.

Sadece Esmâ’sıyla Ez-Zâhir (apaçık ortada olan, Esmâ özelliğiyle algılanmakta olan) Allah vardır, gayrının varlığı ise vehim yollu bir kabullenişten ibarettir.

Kişi bu hakikati anladıktan sonra, hakikatini Esmâ’sı ile işaret edilen öz vasıflarıyla daha kapsamlı tanıma çalışmalarına gelir sıra.

A’raf Sûresi 180 ’inci ayette bu husus şöyle açıklanmaktadır:

“Esmâü’l-Hüsnâ Allah’ındır (o isimlerin işaret ettiği özellikler, TEK, SAMED, Allah’a işaret eder... Dolayısıyla bu isimler ve bu isimlerin işaret ettiği anlamlar sadece O’nundur; beşer anlayışıyla kayıt altına girmez. Nitekim 23. Mü’minûn: 91’de:SubhanAllahi amma yasıfun = onların vasıflamalarından Allah münezzehtir, buyurulur)!O’na isimlerin mânâlarıyla yönelin... O’nun Esmâ’sında ilhâda sapanları (şirke düşenleri) terk edin! Yapmakta olduklarının karşılığını göreceklerdir.”

Evet, “O’na isimlerin mânâlarıyla yönelin...”

Peki nasıl?

Önce kişi bedensel bir varlık olmadığını, fakat Evrensel Öz’ün bir yansıması olduğu yolundaki Allah Rasulü (s.a.v.) açıklamalarına iman eder...

Sonra iman edilenlerin gerçeğine ermesi için, kişinin kendini bedensel varlık kabul etmesine yol açan düşünce ve yaşam biçimini değiştirmesi gerekir...

Belirli ibadet ve riyâzet çalışmaları yaparak epifizden beynine geçiş yapan yüksek frekans desteğini arkasına alıp, beyin performansını artırır...

Bedenin algılama sınırları (koza dünyası) dışındaki evrenle ilham yollu iletişime geçip, iman ettiklerinin evrensel boyutlardaki karşılığını idrak etmek suretiyle Hakk’ın varlığı olarak kendini tanımaya başlar...

Netice itibariyle bu idrak, kişinin beyninde potansiyel olarak mevcut olup da farkında olmadığı bazı Esmâ’yı tetikleyerek harekete geçirir (beyninde işler bir devreye dönüştürür)...

Ve artık nasıl ki bundan önce bedensel bir varlık sanısı içinde, bedensel kuvveleri kendi kuvveleri olarak algılayıp, bedeni üzerinde tedbir ve tasarruf ederek yaşadıysa; bu defa da evrensel varlık olduğu gerçeğinin şuuruyla, evreni meydana getiren sistemin ana kuvvelerini kendi kuvveleri olarak algılar...

Nasibinde fetih varsa eğer, sistemin ana kuvveleriyle tedbir ve tasarruf eder.

Görür gözü, işiten kulağı, söyleyen dili, tutan eli, yürür ayağı, kısaca tüm varlığı, Hakk’ın vasıfları olarak iş görmeye başlar.

İmkânsızlıklar mümkün olur.

Su üstünde yürür, havada uçar, duvarlar görüşüne perde olmaz, kişilere ve olaylara yön verebilir vs.

Beyni beden kaydından kurtulan, holografik evren gerçeğini deneyimler.

Nazarında her şey olup bitmiştir.

Bilinci, geçmişin ve geleceğin bilgisinde seyahat eder.

Varlıkta boyutsal geçişler yaparak, ölmeden önce ölüm ötesi (kabir âlemi, berzah, kıyamet, mahşer, sırat, cennet ve cehennem ile işaret edilen) yaşamın sırlarına agah olur.

İlmine ve kapasitesine göre ölüm ötesine geçmiş yüksek dereceli Nebî veya Velîlerden feyz alır ya da bizzat görüşüp, boyutlar arası bilgi alışverişinde bulunarak kendini geliştirir.

Takdirinde varsa dünyanın ve insanlığın idaresi ve gidişatıyla ilgili görev yapan “Ricâl-i Gayb” (manevî görevliler) arasında yerini alır.



ABDÜLKERÎM CEYLÎ (k.s.) Hz. leri “İnsan-ı Kâmil” isimli kitabında bu hususu şöyle açıklamaktadır:

“Bir insana ruhanî işler üstün gelirse; bu da sağlam düşünce, az yemek az konuşmak, az uyumakla mümkün olur. Bir de, beşeriyetinin gerektirdiği işleri bırakmakla!..

İşte o zaman, insanın heykeli letafet kazanır. Bu kazancı ki elde etti; su üstünde yürür, havada uçar, duvarlar onun görüntüsünü perdelemez, uzaktaki yerler ona uzak gelmez. Bundan sonra onun ruhu, engellerin olmadığı bir mahalde yerleşir ki, bu engeller beşeriyet iktizası olan şeylerdir.

Böylece en yüksek mertebeye ulaşır bu kişi. Bu mertebe ise ruhlar âlemidir, serbesttir. Cisimlerle komşuluğu sebebiyle hasıl olan bütün bağlardan azâdedir.

Yukarıda anlatılanın, daha ilerisine geçen insan da vardır. Bu da ilâhî işlerin kendisinde üstünlüğünü göstermesiyle başlar. Ki bu da, Allâh için olanları müşahededen ileri gelir. Bu türden müşahede edilenler ise, Allâh’ın güzel isimleri ve sıfatlarıdır. Anlatılan müşahedeye nail olan kimse, beşerî ve ruhî yönden iktiza eden şeylerin varlığı ile birlikte kudsî bir varlıktır.

Beşeriyetin iktiza ettiği şeyler odur ki; bu cesedin kıyamı onlarladır. Tabiatın ve ruhun mutadı olan işlerse, insanın namus kıyamını sağlayan işlerdir. Bunlar; makâm sahibi olmak, istila, yükseklik talebi gibi şeylerdir. Çünkü insan ruhî yönden yücedir, bu gibi şeyleri, hatta başkalarını da talep eder.

Ancak insan bu anlatılan ruhî ve beşerî işleri bir yana bırakıp, aslı olan sırrı müşahedeye devam ederse, ki bu onun aslıdır... İşte o zaman ilâhî sırrın hükmü zuhur etmeye başlar. Durum böyle olunca insanın heykeli ve ruhu beşeriyet çukurundan kalkar, tenzih kudsiyetinin zirvesine çıkar, işte o zaman Hak, Onun kulağı, gözü, eli, dili olur...”



NOT:

Ruh , Sâd Sûresi 72’nci ayette: “Onu tesviye edip (beynini oluşturup), o yapının içinden Ruhum’dan (Esmâ mânâlarımdan) nefhettiğimde (açığa çıkardığımda) ayetinde belirtildiği üzere, beyindeki Esmâ potansiyelidir.

Ruhanî işlerin üstün gelmesi ise, beyindeki potansiyel Esmâ’nın evrensel kuvvelere dönüşümü ve bunun getirdiği aşkın (transcendent) bir yaşam biçimidir... Ki bu da “ insanın heykeli letafet kazanır” diye belirtilmektedir.

Bu konuda daha detaylı bilgi isteyenlere Üstadım Ahmed Hulûsi’nin “İnsan ve Sırları” isimli kitabı, “Varlığın Özündeki Ruh-ül Kuds” bölümünü okumalarını tavsiye ederim.

Doğrusunu bilen Allah’tır.