BÖLÜM 10

ŞEFAAT

 

Efendimiz Aleyhisselâm şöyle buyurmuştur: “Haceru’l Esved’e cahiliyet kirlerinden bir şey dokunmasaydı, ona sürünen sakat ve hastalar mutlaka şifa bulurlardı. Yeryüzünde ondan başka cennetten gelmiş hiçbir şey yoktur.”

*                      *                      *

Hacer’ul Esved’in yaydığı yüksek frekanslardan oluşan ışınların, insan fıtratına (doğasına) uygun bir biçimde fiziksel, ruhsal ve zihinsel anlamda tedavi edici ve onarıcı bir özelliği de vardır.

“Cahiliyet kirlerinden bir şey dokunmasaydı” ifadesi, taşın insanlardaki parazit dalgaları çekmesi özelliği yüzünden, bünyesindeki daha pozitif işlev gören ışınların bastırıldığı ve ancak duyarlılık derecesi yüksek olan insanlar tarafından algılanıp değerlendirilebileceğine işaret etmektedir.

Taşta durum böyle… Peki ya insanda?

İnsana cahiliyet kirlerinin dokunması, onun kendini bedensel varlık kabul etmesiyle başlayan ve etrafın bu fikri destekleyen etkilerine kapılmasıyla gelişen zihinsel bir hastalıktır!.

Bu hastalık yüzünden kişi kendini ölümlü beden kabul ederek doğasına ters davranışlarda bulunur.

Buna mukabil cahiliyet kirlerinden arınmış, doğasına uygun bir yaşam süren insanın beyninden yayılan dalgalar, İsa Aleyhisselâm’ın körü ve cüzzamlıları iyileştirmesi gibi, etrafını olumlu yönde etkiler. Çünkü insan direkt cennet boyutundan Dünya(lılar) ile iletişim kurar; Allâh hükümlerini bu boyuttan dünyamıza ulaştırır.

Cennet, Allâh ismiyle işaret edilen evrensel ÖZün niteliklerinin (Esmâ’sının) kozmik plandaki ilk açığa çıkış safhasıdır. Burası çok yüksek frekanslı dalgalar boyutudur. Kişi burada her türlü kayıtlardan soyutlanmış salt bilinçten ibaret olduğu için zaman ve mekânüstü bir yaşam içinde, holografik evren gerçekliğini deneyimler. O boyuttan seyredenin nazarında dünya bir hayal hükmündedir.

Efendimiz Aleyhisselâm gündüzleri insanlarla görüşür, geceleri ise kalkıp namaz kılardı. Gecenin belirli vakitlerinde kalkıp namaz kılmasının sebeplerinden biri, insanlarla diyaloğu esnasında onların hallerinden etkilenmesidir. Beynimizdeki ayna nöron işlevi, beraber olduğumuz insanların bizi nasıl etkilediklerine açıklık getiren, modern bilimin en önemli keşiflerindendir.

İşte Efendimiz Aleyhisselâm, insanlarla diyaloğu halinde onlardan bulaşan beşerî kirleri gece ibadetiyle üzerinden atarak bilincini saf ve arı tutmuştur. Böylece aslî boyutundan etrafına şefaatçi olmaya devam etmiştir.

Konumuzla ilgili bir başka hadiste Efendimiz Aleyhisselâm şöyle buyurmuştur: “Hacer’ul Esved’e cahiliyet kirliliklerinden hiçbir şey bulaşmasaydı, zalim ve günahkarların pisliklerinden de hiçbir şey değmeseydi, başvuran her hasta iyileşirdi. Bugün aynen Allâh’ın kendisini yarattığı şekilde görülürdü. Siyah ile değiştirilmesinin sebebi, cehennem ehlinin Cennet süsünü görmemesi içindir. Ayrıca o, cennet yakutlarından bir yakuttur ki, Allâh onu, Âdem’i yeryüzüne indirdiği zaman, Kâbe’nin yerine koymuştur. Yeryüzü o zaman son derece temiz idi. Orada hiçbir günah işlenmemişti. Çünkü orasını kirletecek kimse yoktu. Haremin sakinlerinden korumak için yerleştirilmiştir. Yeryüzünün sakinleri o zaman cinlerden ibaretti. Onların onu görmeleri yakışık alamazdı. Çünkü cennetten gelme bir şey idi. cenneti gören cennete girer. Onun için ona ancak haklarında Cennet sabit olanlar bakabilirdi. Melekler sürekli olarak cinleri ondan alıkoydular, göstermediler. Harem’in her tarafını ablukaya aldılar. Bunun için Harem’e “harem” (yasak bölge) denilmiştir.”

Naklettiğim bu hadiste özellikle “cenneti gören cennete girer” ifadesi üzerinde durmak istiyorum.

“Her tür kendi cinsini çeker” kuralı gereğince, Hacer’ul Esved’de olduğu gibi, hakkında cennet sabit olmuş (1) bir insanın beyni de yüksek frekansta dalgalar yayarak etrafına şifa vermekte ve bir çok açıdan şefaatçi olmaktadır.

Hadiste geçen “zalim ve günahkarların pislikleri”, daha öncede bahsetmiş olduğum üzere ŞİRK’tir. Zira Tevbe sûresi 28. âyetinde belirtildiği üzere, “Kesinlikle müşrikler necistir (pisliktir).

Çünkü şirk (düalizm), birbirinden kopuk ve bağımsız birçok şeyin var olduğu görüşüdür. Bu görüş, Hz. Muhammed Aleyhisselâm’ın Allâh ismiyle açıkladığı, oluşumun hakikatinin tekilliğini ve evrenin sistemsel bütünselliğini reddeden, ters bir görüştür.

Zulüm ise Velâyet istidadına sahip olan bir kişinin, bu istidadın getirilerinden mahrum yaşamanın cezası olarak hayvaniyet derekesinde heba olmasıdır.

Derin düşünebilme yetisine sahip olmayan müşrikler, Efendimiz Aleyhisselâm’a yüzeysel yaklaşarak Onun Risâlet ve Nübüvvet işlevleriyle açığa çıkardığı oluşumun hakikati ve sistemi Bilgisini algılayıp değerlendiremezler!

Onların Efendimiz Aleyhisselâm hakkındaki görüşleri, Furkan sûresi 7. âyet bildirildiği üzere şöyledir: “Bu nasıl bir Rasûldür ki, yemek yiyor ve çarşılarda gezip dolaşıyor… O’na, bir melek inzâl edilmesi, beraberinde bir uyarıcı olması gerekmez miydi?”

Müşrikler Hz. Muhammed Aleyhisselâm’ı algılayamaz ve değerlendiremezler. Çünkü sadece saadet hükmünü almış (hakkında cennet sabit olmuş) iman ehli içinde, ancak Velâyet istidadına sahip olanlar Efendimiz Aleyhisselâm ile derinden temas kurup, gerçek anlamda kemâlâtından istifade edebilirler.

Bu husus A’raf sûresi 179. âyette şöyle açıklanmaktadır: “Andolsun ki cin ve insten çoğunu cehennem yaşamı için yaratıp, çoğalttık! Ki onların kalpleri (şuurları) var, (hakikati) kavrayamazlar; gözleri var bunların, onlarla baktıklarını değerlendiremezler; kulakları var, onlarla duyduklarını kavrayamazlar!.. İşte bunlar en’am (evcil hayvanlar) gibidirler; belki daha da şaşkın! Onlar gâfillerin (gılaf içinde – kozalarında yaşayanların) ta kendileridir!”

İşte hadiste geçen “cenneti gören cennete girer” ifadesinin bir anlamı da budur.

Burada akla şöyle bir soru gelebilir…

Neden tüm cennet ehli değilde, sadece Velâyet istidadına sahip olanlar Efendimiz Aleyhisselâm’ı değerlendirebilirler?

Bu sorunun cevabı, Efendimiz Aleyhisselâm’ın “Cennet ehlinin çoğunluğu bühl’dür” açıklamasında gizlidir.

Bühl, ahmak anlamına gelir. Bu ifade, anlamadığını anlamayanlar için kullanılır. Başka bir ifadeyle bühl, cennetlik hükmünü aldığı için hakikate dair derin hissedişlere sahip olmasına rağmen, bu hissettiklerini değerlendirecek akıl kapasitesine sahip değildir.

Doğrusunu Allâh bilir.

 

  • İnsanın anne rahmindeki oluşumunun 120. gününde aldığı birtakım astrolojik tesirler, onun cennetlik olmasını belirler. Bu konuyla ilgili birçok hadis olmasına rağmen, ben burada uzatmamak için sadece bir tanesini nakledeceğim. Bu konuda daha fazla bilgi isteyenler, Üstadım Ahmed Hulûsi’nin kitaplarında konuyla ilgili yazılarını okumalarını öneririm.

 

Abdullâh İbn Mesûd (r.a.)’dan rivayete göre demiştir ki:

Rasûlullâh (s.a.v.) bana (insanın oluşumundan) haber verdi ki; o doğru söyler ve kendisine de doğru bildirilir, buyurdu ki:

  • Sizin birinizin ana-baba maddeleri kırk gün ana karnında toplanır, sonra o maddeler o kadar zaman içinde (ikinci kırk) katı bir kan pıhtısı hâlini alır, sonra yine o kadar zaman (üçüncü kırk) içinde mudge’ye (bir çiğnem ete) tahavvül eder. (120. gün sonunda) Allâh bir melek gönderir ve tekâmül eden mudgeye (şu) dört kelime yazması emrolunur;

‘Onun işi, rızkı, eceli, saîd veya şakî olduğunu yaz’ denilir.

(İbni mesûd demiştir ki; Abdullâh hayatı yed’i kudretinde olan Allâh’a yemin ederim ki, melek bunları yazdıktan sonra) ona ruh üflenir (cenin canlanır).

İmdi sizden bir kişi (bu fıtratı icabı) iyi iş işler de hatta kendisiyle cennet arasında yalnız bir kulaç mesafe kalır. Bu sırada (meleğin ana karnında yazdığı) yazı gelir; o kişiyi önler. Bu defa o, cehennemliklerin işini işlemeye başlar (da cehenneme girer).

Sizden bir kişi de (fena) iş işler. Hatta kendisiyle cehennem arasında ancak bir kulaç mesafe kalır. Bu sırada (meleğin yazdığı) kitabı gelir onu önler. Bu defa o kişi ehli cennetin işini işler (cennete girer).