BÖLÜM 1

YENİ BİR NESİL

 

Hacer’ul Esved, Kâbe’nin doğu köşesinde olup, yerden bir buçuk metre yükseklikte bulunan ve Efendimiz Aleyhisselâm’ın “cennet yakutlarından” diye buyurduğu üç büyük ve birkaç küçük parçadan oluşan parlak, siyah bir taştır.

Rivayete göre Hz. Ömer (r.a.), Hacer’ul Esved’i öptükten sonra şöyle demiştir: “Biliyorum ki sen bir taşsın. Ne kimseye zarar ve ne de kimseye fayda verebilirsin. Eğer Allâh’ın Rasûlü seni öperken görmeseydim, seni asla öpmezdim.”

Bu sözden sonra hüngür hüngür ağlayıp figan etti. Sonra arkasına dönerek baktı ki, Hz. Âli (k.v.) orada bulunmaktadır. Hz. Âli’ye hitaben: “Ey Ebû Hasan!. İşte burada gözyaşı dökülür ve dualar kabul olunur” dedi.

Hz. Âli (k.v.), Hz. Ömer’e şu cevabı verdi: “Ey mü’minlerin emiri!. Hacer’ul Esved’in ne zarar ve ne de fayda vermediğini söylediniz. Halbuki Hacer’ul Esved hem zarar hem de yarar verir.”

Hz. Ömer (r.a.): “Nasıl olur?” deyince, Hz. Âli (k.v.) şöyle cevap verdi: “Allâh Teâlâ, Âdem’in zürriyetini bir araya getirip onlardan söz aldığı zaman, onların vermiş oldukları söze dair bir senet yazdı ve o senedi bu taşın içine koydu. Bu nedenle bu taş, sözüne sâdık kalıp ahdine vefa gösteren mü’minler için lehde şehâdet eder. Kâfirlerinde aleyhlerine şehâdet eder.”

Bir başka rivayet ise şöyledir…

Halife Ömer (r.a.), tavaf ederken, Hacer’ul Esved’e karşı: “Sen bir taşsın, bir şey yapamazsın! Ama Rasûlullâh öptüğü (yani sünnet olduğu) için seni öpüyorum” demiştir.

Hz. Âli (k.v.) bunu işitince: “Rasûlullâh’ın, “Hacer’ul Esved kıyâmette insanlara şefaat eder” buyurduğunu ben işittim” diye cevap vermiştir.

*                      *                      *

Hacer’ul Esved uzaydan Dünya yüzeyine düşmüş bir meteordur (göktaşı). Bu taşın atomları yüksek frekanslarla iyonize olduğu için yaydığı ışınlar, istidatlı beyinlerde üst açılımların devreye girmesini sağlayarak oluşumun hakikatine erdirir.

Bilelim ki algılama esastır!.

Bilinç, algıya göre şekillenir..

Beş duyuya dayalı algılamanın neticesinde bilinç kendini bedensel bir varlık olarak deneyimlediği için kendini beden kabul eder.

Buna mukabil, yüksek frekansta titreşen bir beyinde meydana gelen üst açılımların neticesinde, kişi kendini evrensel boyutlarda deneyimleme ve tanıma noktasına gelir. 

İşte yeryüzünde, fasit bir daire içinde debelenen o “ilkel” varlığın (insansı/neanderthal), mutasyonla insana geçişinde bu siyah taşın önemli bir rolü olduğunu düşünüyorum.

Beynin yüksek frekansta titreşmesiyle bilinç, oluşturan boyuttan (oluşumun hakikati noktasından… Dindeki ifadesiyle “Allâh ilmiyle”) seyre başlar. Bu seyir, ilk insanın genetik zincirinin bir parçasını oluşturur. Böylece Âdem, zürriyetinden meydana gelecek yeni bir neslin atası olur.

Bu husus Hz. Âli (k.v.) tarafından “Âdem’in zürriyetinin bir araya getirilmesi” şeklinde ifade edilmiştir.

“Âdem’in zürriyetinden alınan söz”, Hilâfet (Allâh adına yetki sahibi olarak yaşama) özelliğinin getirisi olan Velâyet (hakikatini hissetme ve takdir edilen ölçüde yaşama) kemâlâtının, insanın genlerindeki potansiyel mevcudiyetine işaret eder.

“Alınan söze dair yazılan senet ve o senedin taşın içine konulması” konusuna gelince…

Senet, bilginin somuta (maddeye) dönüştürülerek resmiyet kazanmış halidir.

Hz. Âli’nin bu ifadesi, bir yönüyle insanda Velâyet kemâlâtını açığa çıkaran bilginin, Hacer’ul Esved’in kimyasındaki mevcudiyetine; diğer yönüyle de bu bilginin insanın maddesi olan biyolojik yapısına (hücre DNA’sına) kodlanmış olduğuna işaret etmektedir. Zira Kur’ân’da insanın biyolojik yapısı, onun maddesi olarak “taş” şeklinde sembolize edilir.

Gelelim Hz. Âli’nin açıklamasındaki son cümleye…

“Bu nedenle bu taş, sözüne sâdık kalıp ahdine vefa gösteren mü’minler için lehde şehâdet eder. Kâfirlerinde aleyhlerine şehâdet eder.”

Hacer’ul Esved’in şehâdeti (şahitliği) su’daki hafıza misali, bir fotoğraf makinası gibi içinde bulunduğu ortamı kaydetme özelliğidir.

Taştaki bu özelliğin insana refi, Velâyet’i yaşayanın alemlere nazarıdır. Bu öyle bir nazardır ki, Âl-u İmran sûresi 18. âyet bunu şöyle anlatır: “Allâh şehâdet eder, kendisidir HÛ; tanrı yoktur; sadece HÛ! Esmâ’sının kuvveleri olanlar (melâike) ve Ulül İlim de (ilim açığa çıkardığı mahaller) bu hakikatin Hak oluşuna şehâdet eder, Adl’i kaîm kılarlar. Tanrı yoktur, sadece HÛ; Aziyz ve Hakiym’dir.”

İlerleyen bölümlerde bu konuya daha da açacağım.

Elbetteki doğruyu Allâh bilir.