NEDEN EVRENSEL

Dünya’nın kendi ekseni etrafındaki bir tam dönüşü 24 saat olarak tespit edilmiş ve buna bir gün denilmiştir. Yine Dünya’nın Güneş çevresindeki bir turu 365 gün olduğu tespit edilerek bir yıl olarak belirlenmiş ve buna kısaca Milâdî Takvim denmiştir.

Hicrî Takvim ise gökteki Ay’ın yeni aydan yeni aya gelmesiyle bir ay, bunu 12 kez tekrarlamasından oluşan 354 günlük süre ise bir yıl olarak tespit edilerek belirlenmiştir.

Evet, beyni bedenin kesitsel algılama organlarıyla (beş duyu) sınırlı çalışan insan açısından zaman bu şekilde akıp gitmekte olduğu varsayılmaktadır.

Zamanın izafî olduğunu anlayan bazı keskin zekâlar: “Zaman yoktur, an vardır. İnsan anda yaşar. Ânını değerlendirmek esastır. Dolayısıyla geçmiş veya geleceği düşünerek ânını yaşamaktan mahrum olma...” diyerek, farklı zaman süreçlerini yaşadıkları göresel anda eritmeye çalışarak bunun sefasını sürmeye vermişler kendilerini.

Tabi bu ara milâdî takvime göre belirlenmiş olan doğum günlerini, yılbaşını, anneler, babalar ya da sevgililer gibi, insanların hayal ve kuruntularına göre varsaydıkları günleri de kutlamaktan geri kalmamışlar.

Astrolojik kaynaklarda, gökteki gezegen ve yıldızların birbirlerine göre farklı mekân ve zamana dayalı hareketleri ve oluşturdukları açılarla geleceğini nasıl etkileyeceği hakkında bilgi ararken, “anını yaşa” diyerek nasıl bir çelişki içine düştüklerinin hiç farkında değiller.

Bedenindeki bir hücrenin bir kaç günlük ömrüne kıyasla, ortalama 80 yıllık ömre sahip olan insan(!), aynı gezegende yaşayan cinlere göre onda birlik bir ömrü varken; bize göre 4,6 milyar yaşında olan Dünya isimli gezegenimiz ve üyesi olduğu Güneş sistemi indinde insan ömrünün 1 saniye kadar değeri yoktur.

Hızı saatte 450 km ulaşan arabayla adrenalini tavan yapıp, zamana karşı yarıştığını (zamanı kısalttığını) sanırken insan; Güneş etrafında saatte 108bin km hızla dönen Dünya, zamanı neye göre kısaltmaktadır?!

365 gün sayarak bir yılı tamamlamanın mutluluğunu kutlayan ve yeni bir yıla yeni dileklerle girerken insan; Galaksi etrafındaki bir turunu 255 milyon yılda tamamlayan Güneş, kendince yeni bir yıla girmektedir.

Allah indinden olan Kur’ân açısından insanın dünyadaki bedenli yaşamına dayalı geçirdiği ortalama 80 yıllık ömrü, ölümle birlikte geçeceği BERZAH yaşamı (ölümle birlikte ruhanî algılamaya dayalı kıyamete kadar sürecek yaşam boyutu) içindeki değeri “aşiyyen” (güneşin batıp kırmızılığının kaybolmasıyla mutlak karanlığın gelmesi arasındaki süre kadar) diye tarif edilmektedir... Bilimsel verilere göre ortalama 8 saniye!

“Muhakkak ki Rabbinizin indinde bir gün, size göre bin yıl gibidir!” (Kurân Çözümü, Hac Sûresi 47)

Bilinci beden kayıtları (beş duyu algılamanın oluşturduğu koza dünyası) dışına çıkmamış olan bir insan için BERZAH’ta yaşam, zaman hiç bitmek ve geçmek bilmeyecek kadar uzayarak eziyet ve ızdıraba dönüşecektir (hadi orada da keskin zekânızı kullanarak ânınızı yaşamaktan gem vurun bakalım).



PEKİ YA GALAKTİK BOYUTLARDAKİ ZAMAN?!

İsterseniz oralara girip boş yere zihnimizi yormayalım. Zira insan hafsalasının o devasa boyutları alması mümkün değil.

Ya da ilmiyle ilmini ilminde seyretmek için tüm boyutları ve sayısız türleriyle evreni holografik esasa göre bir NOKTA tekilliğinde var eden Allah indinde zaman ve mekânın yerini tayin edebilirseniz buyurun edin.

İsmi Allah olan Vahidü’l-Ahad’ın (sayısal çokluk kabul etmez TEK’in) ilminde Esmâ’sı ile işaret edilen (kendini tanımladığı) kemâl vasıfların seyri için holografik esasa göre bir nokta tekilliğinde var ettiği evren, tüm boyutları ve varlıklarıyla her an yeni bir şan alarak bir önceki halin sonuçlarına göre yok olup, yeniden var olmaktadır.

Evrensel planda her bir şeyin bir an içinde var olup sonra yeniden yok olması, Allah indinde bir AN (El-Yevm)... Ki o bir AN içinde, evren içre her bir şey kendi bakış açısına göre diğerini değerlendirerek hayal dünyasında, kendine göre bir zaman-mekân algısı içinde yaşar!

El-Yevm ... Öyle bir AN ki bize göre saniyeler, dakikalar veya günler olarak tespit ettiğimiz mikroorganizmaların ömründen tut; astronomik boyutlardaki yıldız ve gezegenlerin milyonlarca veya milyarlarca süren ömrüne kadar; evrenin her bir katman ve boyutunu ilmiyle kapsayanın indindeki her bir şey, belirli bir sisteme dayalı olarak bir an içinde ilmin karanlığından varlığın aydınlığına çıkıp, kendine izafî bir zaman-mekân deneyimi ile vücud bulmakta (var algılanmakta), sonra tekrar ilmin karanlığında aslı olan yokluğa dönmektedir.

Nerede Allah indindeki AN kavramı?!

Nerede Allah Esmâ’sının evrensel açılımını değerlendirmekten aciz, bazı keskin zekâlıların beş duyu kozaları olan hayal dünyalarında vehmettikleri ve “an” ismiyle tarif ettikleri görece farkındalık süreçleri?!



KUANTUM FİZİĞİNİN TEMELLERİNİ OLUŞTURAN Einstein’ın özel ve genel İzafiyet Teorisi’ni açıklamasının üzerinden bir YÜZYIL(!) geçti...

E =mc2 formülü bir yandan evrenin enerji boyutundaki bütünlüğüne işaret ederken, diğer yandan enerjinin farklı frekanslardaki titreşimlerinin, bireysel zaman-mekân deneyimini oluşturmakta olduğunu anlatır.

İşte bizim “anda var ol... ânını yaşa...” dediğimiz bu bireye özgü deneyim süreçleridir aslında.

Bedenin kesitsel algılama araçlarına (beş duyuya) dayalı görece farkındalık süreci içinde anına yoğunlaşarak, kişinin kendini geçmişin takıntılarından ve geleceğin kaygılarından kurtarması, dünyada sağlıklı bir yaşam sürmesi açısından elbette önemlidir.

Bundan daha önemlisi , kişinin bu bedensel algılamaya dayalı görece farkındalık sürecini (dünya yaşamını), ebediyeti kazandıracak verilere dayalı olarak değerlendirmesidir! Zira ölümsüz olan insan, dünya yaşamında kendisinden açığa çıkan düşünce ve fiilleriyle oluşturduğu ruh ile (bilinç varlık olan insanı taşıyacak, beynin belirli frekanstaki dalgalarından oluşan ölümsüz bedeniyle) holografik tekil bilgide boyutlar değiştirip, o boyutların bedenlerine dönüşerek sonsuzluk içinde yerini alacaktır.

“Mutlaka siz, boyutlar değiştirerek o boyutların uygun bedenlerine dönüşeceksiniz!” (Kur’ân Çözümü, İnşikak Sûresi 19)

Ânımızı şu dünyada kalacağımız sürece dayalı olarak değerlendirdiğimiz takdirde, belki sağlıklı ve huzurlu bir ömür geçirmiş olacağız. Ne var ki biyolojik bedenin ölümünden sonra ruhanî algılama sistemiyle devam edecek yaşam açısından bunun zararı hadde ve hesaba gelmeyecek kadar büyük ve telafisi imkânsız olacaktır.

Bundan dolayı biz bedensel algılamaya dayalı görece farkındalık sürecinde ânımıza yoğunlaşarak, geçmişin takıntılarından ve geleceğin endişelerinden sıyrılırken; ânımızı ölüm sonrasında ruhanî algılamanın oluşturacağı yaşamımıza fayda sağlayacak düşünce ve fiillerle değerlendirmemiz, bizi ebedî mutlu kılacaktır.

İnsanın dünyada yapacağı en akıllı iş, Hz. Muhammed (s.a.v.)’in Allah ismiyle açıkladığı Vahidü’l Ahad’ın (sayısal çokluk kabul etmez TEK’in) Esmâ’sı ile işaret edilen (kendini tanımladığı) kemâl vasıfların açığa çıkış sistemi ve düzeni bilgisini, geçici bedensel kimliğinin izafî zaman anlayışına göre değil, hakiki kimliğinin zaman birimi olan EVRENSEL açıdan kavraması ya da bunu bildiren Hz. Muhammed (s.a.v.)’in Risâletine iman etmesi ve gereklerine göre yaşamını sürdürmesidir.

D. Chopra, Osho veya Eckhart Tolle gibi spritüelleri takip ederken ve kişisel gelişim kitaplarını okurken, Kur’ân ve Rasulullah açıklamalarındaki gerçeklerden uzaklaşmamaya dikkat etmeliyiz. Zira ölümle geçilecek, geri dönüşü ve telafisi mümkün olmayan, pişmanlıkların da fayda vermeyeceği yeni yaşam boyutunda insan sadece dünyada edindiği kazanımlarının getirisini yaşayacaktır.