Dördüncü Hadis-i Şerif

Rasulullah (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurdu:

- “Her kim ALLAH için olursa... ALLAH onun için olur...”



Üstâdım Ahmed Hulûsi der ki: “Tasavvuf, Fenâfillah ve Bekâbillah isimli iki aşamaya dayanır.”

Bu hadisin birinci kısmı Fenâfillah’a, ikinci kısmı da Bekâbillah’a işaret etmektedir.

Tüm boyutları ve sayısız türleriyle evren, Allah ilminde Esmâ’sı ile işaret edilen öz vasıfların seyri için tasarlanmış bir varsayımdır.

Heyula’dır (dev hologram)!

Aslı hayal olan evrenin her bir noktasında Esmâ’sıyla yüz gösteren, sadece Allah ismiyle işaret edilen “El-Vâhidü’l-Ahad-üs Samed”dir (sayısal çokluk kabul etmez som TEK).

“Ne yana dönersen Vechullâh karşındadır (Allah Esmâ’sının açığa çıkışıyla karşı karşıyasın)!” (Kur’ân Çözümü, Bakara Sûresi 115)

Bu gerçeği anlamak suretiyle, Hz. Muhammed (s.a.v.)’in Allah ismiyle açıkladığı hakikatin TEKLİĞİ ve Esmâ’sının açığa çıkış seyri için ilminde tasarlanmış tüm boyutları ve sayısız türleriyle evrenin BİRLİĞİ yanı sıra, kendinde ya da herhangi bir şeyde varlık görme vehmi tesirinden kurtulanın hali Fenâfillah diye tabir olunmuştur.

“Fakrımla iftihar ederim” hadisi Fenâfillah konusu hakkında bize önemli bir ipucu vermektedir.

“Fakr” kelimesi, yoksulluk veya muhtaçlık gibi anlamlara gelmektedir... “Fakr”ın dindeki karşılığı ise, var algılanan her ne varsa, Allah ilminde Esmâ’sının açığa çıkış seyrinden meydana gelen bir hayal olduğu idrakine ermektir.

“Fakr” ın iftihar vesilesi olması, Allah Esmâ’sıyla var olmanın getirisinin, bedenselliğin getirileri yanında kıyasa gelmez bir değer olduğunu fark etmekten ileri gelir.

Fatır Sûresi, 15 ’inci ayet bunu şöyle açıklar:

“Ey insanlar! Siz Allah’a (mutlak muhtaç) “yok”sullarsınız (Esmâ’sıyla varsınız)! Allah ise Ganiyy’dir, Hamiyd’dir.”



“Onu tesviye edip (beynini oluşturup), o yapının içinden Ruhum’dan (Esmâ mânâlarımdan) nefh ettiğimde (açığa çıkardığımda (nefh yani üflemek, içten dışa şeklinde olur daima. A.H.)) Ona secdeye kapanın (hükümranlığını - tasarrufunu kabul edin) !” (Kur’ân Çözümü, Sâd Sûresi 72)

Sonra Âdem’e (Esmâ’nın programlanışı, Esmâ bileşiminin açığa çıkışıyla yoktan var edilene) bütün Esmâ’yı (Esmâü’l-Hüsnâ’sının anlamlarını açığa çıkarmayı ve kavramayı) talim etti (programladı). (Kur’ân Çözümü, Bakara Sûresi 31)

BU İKİ AYETTE BELİRTİLDİĞİ ÜZERE bir Esmâ potansiyeli olan insan beyni, Allah’ı kemâliyle bilme ve yaşama kapasitesine sahiptir. Beyindeki bu özellik dolayısıyla insan yeryüzünde halîfe olma şerefine nail olmuştur.

Beynin bu kapasitesinin değerlendirilmesi için, öncelikle kişi varlığın hakikatine işaret eden Allah kavramı hakkında doğru bir bilgi edinerek, kendisini gerçeklerden koparan tüm varsayımlarından bilincini arıtması gerekir.

Kişi, yanlış bilgiye dayalı kuruntularından; bu kuruntularından oluşan hayalî beklentilerinden; beklentilerinin gerçekleşmemesi halindeki sükûtu hayâlin yaşatacağı üzülmelerinden ve kızmalarından kurtulduğu oranda, beyni Allah kavramına dayalı (epifizden beyne geçiş yapan yüksek frekansları değerlendirmeye yönelik) serbest (hiçbir şarta bağlı olmadan) ve çok yönlü (evrensel boyutlara açılmaya müsait) bir çalışma temposuna girer .

Dindeki ibadet çalışmaları beyni gerçeklerden koparan, potansiyeline kayıt getiren veya kilit oluşturacak fikirlerin tesirlerinden arındırıp, potansiyelindeki Esmâ’dan (Allah ismi manasından) kapsamlı bir biçimde yararlanılması için teklif edilmiştir.

Bunun için kişinin aşması gereken üç engel vardır ki bu üç engelin her biri kendini beden kabul etmekten kaynaklanır. Bunlar:

1. Şartlanmalar = Varlığın hakikati, oluşum ve gelişim sistemi gerçekleriyle ilgisi olmayan, genellikle yaşadığımız çevre veya medya tarafından bizlere empoze edilen verilerdir. Bunlar ağırlıklı olarak kendimizi bedensel varlık kabul etmemiz yolunda vehmi tahrik eden saptırıcı veriler bütünüdür.

2. Bedenin Tabiatı = Yeme, içme, seks, rahata düşkünlük, güzel ve lüks şeylere sahip olma gibi, bedenin tabiatına uygun hallerle bezenmeye yönlendiren dürtülerdir. Bedensel kimliğimizin kaynağıdır.

3. Vehmî benlik = Allah Esmâ’sı dışında (kendinde ya da başka bir şeyde) varlık görmektir ki bu dahi kendimizi beden kabul etmemizden kaynaklanır.

Kişi bu üç engeli zihnen aşmadığı sürece beynin gerçek kapasitesini kullanamaz.

Halbuki kişi epifizden beyne geçiş yapan yüksek frekansları arkasına alarak beynin gerçek kapasitesini kullanabilse, kendisi için akla ve hayale gelmez bir yaşamın kapısını aralamış olur. Bazılarımıza saçma gelebilir ama “Lucy” filmi buna uç bir misal oluşturmaktadır.

Rasulullah (s.a.v.) Efendimizin bahsettiği büyük cihad ve tasavvuf ehlinin nefs mücâhedesi dedikleri şey, kişinin epifizden beyne geçiş yapan yüksek frekans desteğini arkasına alarak aşkın (transcendent) bir yaşam sürmesi için, kendisini gerçeklerden koparan bu üç engeli zihinsel olarak aşma mücadelesidir.

Şu üç ayet bu hususa işaret etmektedir:

“Kesinlikle müşrikler necîs’tir (pisliktir)!” (Kur’ân Çözümü, Tevbe Sûresi 28)

“Ona (Bilgiye), (şirk pisliğinden - hayvaniyetinden) arınıp, tâhir olanlardan başkası dokunamaz!” (Kur’ân Çözümü, Vâkıa Sûresi 79)

“Gerçekten onu (bilincini) arındıran kurtulmuştur” (Kur’ân Çözümü, Şems Sûresi 9)

ŞİMDİ KONUMUZ OLAN HADİSİ bu bilgiler eşliğinde tekrar ele alalım...

“Her kim Allah için olursa”...

“Her kim beynindeki potansiyel Esmâ’dan serbest ve çok yönlü yararlanma gayesiyle hakikat ve sistemi bilgisi edinip, bu bilgiye dayalı olarak kendisini gerçeklerden koparan şartlanmalarından arınır, bedenin tabiatının beyni üzerindeki baskısını asgariye indirir, Allah Esmâ sı dışında varlık görmeden yaşarsa...”

“Allah onun için olur”...

“Beyni çok yönlü açılım serbestliği kazanır. Böylece kişi, epifizden beynine geçiş yapan yüksek frekansların desteğini arkasına alarak holografik evren gerçekliği ile iletişime girmenin meydana getireceği evrensel bir aydınlanma ile hakikatini bilme ve hakikatini bilmenin erdemiyle yaşama imkânına kavuşur.”



EPİFİZDEN BEYNE GEÇİŞ YAPAN yüksek frekanslar beynin genel performansını artırıp, algıda derinlik ve genişlik meydana getirerek beden kayıtları dışında bir takım aşkın deneyimlere yol açar. Rasuller, Nebîler ve Velîlerden bizlere ulaşan kemâlat, mucize ve kerametlerin ardındaki hakikatlere vakıf olmaya başlar… Örneğin:

- Hz. Muhammed (s.a.v.)’in Allah ismiyle açıkladığı hakikati bilir...

- Tüm boyutları ve sayısız türleriyle evrenin, ismi Allah olan hakikatin ilminde Esmâ’sının açığa çıkış bilgisinin -Allah ilminin- holografik seyri olduğunu idrak eder...

- Evrensel bütünlüğü deneyimler ve buna göre şeyler arasındaki dinamik bağlantıları görür...

- Bedenin kesitsel algılama sınırları (koza dünyası) dışındaki farklı yaşam sistemlerini, o sistemlerin canlı türlerini ve boyutlar arası ilişkileri müşâhede eder...

- Ölüm ötesi yaşam gerçeğini ve ölüm ötesi yaşama geçmiş insanların çeşitli hallerine vakıf olur...

- Geçmişin bilgisine ulaşabildiği gibi, geleceğin bilgisini de okur. Zira holografik tekil bilgide her şey olup bitmiştir.

- Bununla da kalmaz, yüksek frekans desteği ile -Biiznillah- Hz. İsa (a.s.) gibi körü ve cüzamlıları iyileştirir (şifa verir), ölüyü diriltir, insanların başkalarından gizledikleri hallerini bilir, su üstünde yürür, duvarlar görüşüne perde olmaz.

- Daha ileri dereceye varmış olanlar Hz. İbrâhim (a.s.) gibi, yeni neslin üremesine öncülük eder… Hz. Muhammed (s.a.v.) gibi, getirdiği ilim ışığında insanlığın idaresiyle ilgilenen Velâyet kurumu oluşturur. Bedenin kuvvetlerini kontrol ettiği gibi, doğal kuvvetler üzerinde tasarruf eder…

Gerisini varın siz düşünün…



SADREDDİN KONEVÎ (k.s.) Hz. leri bu hadisle ilgili ayrıca der ki:

“Fenâ hali mertebelerinin her biri Bekâ makamına varmayı gerektirir.”

Yani Fenâ’dan maksat, Bekâ’ya ermektir!

Yapılan tüm arınma çalışmalarından amaç, bilinci gerçeklerden koparan bedensellik fikrinden arındırarak en yalın haliyle hakikati yaşayabilmektir.

Kısaca Fenâ halleri, Bekâ için basamak oluşturması gerekir.

Kişide Fenâ halleri “Mülhime Nefs” sürecinde başlar...

Kişi belirli arınma çalışmaları yaparak beyin duyarlılığını artırır. Şöyle ki epifizden beyne geçiş yapan yüksek frekanslar beyin performansını artırıp, bedensel algılama sınırları dışında kalan evrenden ilham yollu bilgi almaya başlar.

“Mülhime Nefs” diye tabir edilen bu düzeyde, kişi kendisini gerçeklerden koparan yanlışlarından arındığı ölçüde ilham yollu aldığı bilgileri değerlendirebilir ve bu sayede varlığın hakikatine doğru derinleşir.

Bu süreçte, şayet kişide varlığın Allah ilminde Esmâ’sının seyri için tasarlanmış bir hayal olduğu gerçeği dışında var zannettiklerinin yokluğuna dair tam bir itminan (kesin bir bilişin getirdiği güven) hasıl olursa, kişi gayesine ulaşmış olur ve onun bu hali “Mutmainne Nefs” diye tabir olunur.

Fenâfillah , “Mutmainne Nefs” düzeyinde başlar.

Burası Velâyet mertebesidir...

Burada Bekâ’dan hisse olarak hakikate dair nüzul yollu tecelliler meydana gelir (ilerleyen bölümlerde “tecelliler” üzerinde durulacaktır).

Velâyetten önce kişi hakikat ve sisteme dair ne biliyorsa hepsi hükmünü yitirir.

Aklın hükmünün bittiği (hatta akılların besin ve gelişim kaynağı olan) velâyet mertebesinde, epifizden beyne geçiş yapan yüksek frekans desteği ile holografik tekil bilgide Esmâ seyri başlar. Bir diğer ifadeyle, “Allah ilminde ilmiyle ilmini seyr”.

Doğrusunu bilen Allah’tır...