Otuz Dokuzuncu Hadis-i Şerif

Rasulullah (s.a.v.) Efendimiz , şöyle buyurdu:

- “İşlerde şaşırırsanız, kabirler ehlinden yardım isteyiniz...”



Sadreddin Konevî (k.s.) Hz. leri hadisteki “kabirler ehli”ni kitabında şöyle tarif eder:

“Bir Velî kulun yetişmesi tam olunca, aziz ve celil olan Rab oraya konuk olur...

Ve o Velî’nin kalbi, Rabbin kabri olur...

İşbu kulun benzerleri, kabirler ehlidir...”



Üstâdım Ahmed Hulûsi “kabirler ehli” ni şöyle anlatır:

“Ölümü tatmış bulunan birimin bedeninin içine defnedildiği toprak çukura kabir denildiği gibi; ölmeden evvel ölmüş kişinin bedenine dahi “kabir” denilir. Hatta ehli arasında, hakikati yaşayan kişilere, “kabrini sırtında taşıyan” denmesi dahi meşhurdur.”



NASIL Kİ üstesinden gelemediğimiz herhangi bir konuda bir başkasının bilgisinden ya da yeteneklerinden yararlanmak için yardım istiyorsak…

Rasulullah (s.a.v.) Efendimiz de bu açıklamasıyla bizlere, din ile ilgili çıkmaza girdiğimiz herhangi bir konuda öze ermiş kâmillerden yardım isteyerek, o konuda en doğru çözüme ulaşmamızı önermektedir.

Dinde buna “şefaat” denir.

Akıllı insan, mevcut soru ve sorunların üstesinden kendi ilmi ve imkânlarıyla gelemediği zaman, o konuda kendisine yardımcı olabilecek başka bir insanın ilminden yararlanarak mevcut soru ve sorunlarına çözüm arar. Böylece sistemin kendisine sunduğu her türlü imkânları en iyi şekilde değerlendirmeye çalışıp hem dünyasını hem de sonsuz yaşamını kazanmaya bakar.

Özellikle “ölmeden evvel ölerek” her türlü varsayımlarından arınmış, varlığın hakikati, oluşum ve gelişim sistemi gerçeklerine vakıf olmuş; B sırrıyla Allah adına tedbir ve tasarruf sahibi zâtların ilmi ve ruhaniyetlerini arkasına almayı ihmal etmez.

Tabi burada dikkat edilmesi gereken önemli bir incelik var...

Şöyle ki kişi bir başkasının yardımından ancak kendi beyin açılım kapasitesinin izin verdiği kadar yararlanabilir.

Şayet kişinin istidadı müsait değilse, dışarıdan gelen yardım belki onu geçici bir süre o konuda rahatlatabilir, fakat soru ya da sorunlarına mutlak bir çözüm oluşturmaz.

Çünkü kişinin sorusu ya da sorunu her ne ise, onun üstesinden gelecek ilmi ve kudreti kendisinden açığa çıkarmadığı sürece, ilerde o soru ya da sorunun bir benzeriyle karşılaştığında tekrar bir çıkmaza girecek ve yine bir başkasının yardımına muhtaç olacaktır.

Evet kişi mevcut soru ve sorunlarını önce kendi imkânlarıyla çözme yoluna gitmesi çok önemlidir.

İbadet çalışmaları, kişinin mevcut soru ve sorunlarının üstesinden kendisinin gelebilmesi için gerekli Esmâ’nın beyninde kuvveye dönüşmesi amacıyla teklif edilmiştir.

Zaten bir Esmâ potansiyeli olan beyin, geliştirilmek üzere programlıdır!

İbadet yapmayan bir kişi, beyin kapasitesini aşan konuların üstesinden gelememenin acziyetini ve çaresizliğini yaşamaya mahkumdur.

İşte bu yüzden kemâle erenler kişinin çareyi hep kendinde araması gerektiğine işaret etmişler. Bu konuda Taptuk Emre (k.s.) Hz.leri şöyle demiştir:

“Her ne arar isen tekkede, Mekke’de arama. Dön içinde ara. Tekke de sende, Mekke’de.”



KİŞİ BİLGİ YETERSİZLİĞİNDEN dolayı çıkmaza girdiği herhangi bir konuda çareyi öncelikle Kur’ân ve Hadislerde aramalı… Çünkü Kur’ân ve Hadisler, kişinin sadece dünyadaki saadeti değil, ebedî saadeti açısından çözüm getirir.

Şayet Kur’ân ve Hadislerde kendisini tatmin edecek cevabı bulamazsa eğer, “İşlerde şaşırırsanız, kabirler ehlinden yardım isteyiniz...” hadisi gereğince, bu konuda ehil bir insanın ilmine danışmalı.

Üstâdım Ahmed Hulûsi bu hususta şöyle der:

Kâmiller, “al” elimi derler...

Kâmiller, karşılıksız verirler…

“Ben”le tasmalılar ise “ver” elini derler…

Verdiklerini başa kakarlar…

Karşılıksız, belki selâm bile vermezler!

Öze ermiş kâmil insanlar kendilerine açılan ilmi ve ruhaniyeti ayırım gözetmeksizin tüm insanlarla karşılıksız paylaşarak şefaat ederler... Kimseye ısrar etmeden, dayatıp zorlamadan! Zira herkes ancak beyin açılım kapasitesi izin verdiği (Bi İzni Rabbihim) kadar kendisine verileni değerlendirebileceğini bildiklerinden, kişinin alabileceklerini kendi gayretine bırakırlar.

Şayet bu da mümkün değilse veya kişi bundan da tatmin edici bir netice alamadıysa, Rasulullah (s.a.v.) Efendimiz istihâre ’yi tavsiye etmiştir.

Nedir istihâre?

İstihâre kişinin çıkmaza girdiği konuda Allah’a tevekkül (beynindeki El-Vekiyl isminin çıkmaza girilen konuda kendisi için en hayırlı sonucu oluşturacağına iman) ederek, o konuda rüyada göreceği bir işaret ile (çünkü Allah Rasulü s.a.v. şöyle buyurur: “Müminin rüyası, Nübüvvetin kırk altı cüzünden bir cüzdür”) veya içine doğan bir ilham ile hareket etmesidir.

Doğrusunu bilen Allahtır...



ÜSTÂDIM AHMED HULÛSİ ’NİN “Dua ve Zikir” kitabında “İstihâre Namazı” bölümünde bu konuyu şöyle anlatır:

“İstihâre” İslamiyet’te çok önemli bir husustur! Yapılacak bir işte gaybı bilen Allah’tan danışmak, bütün inananlar için son derece önemli bir imkândır.

Bu yüzdendir ki Rasulullah Aleyhi’s-Selâm’a inanan yakın sahabesi şöyle derdi:

“Rasulullah Salla’llâhu Aleyhi ve Sellem bize tüm işlerimizde istihâreyi tavsiye ederdi!”

Hazret-i Rasulullah Aleyhi’s-Selâm’ın tavsiye ettiği “istihâreyi” bize Hazret-i Ebû Bekr, İbn Mes’ud, Ebû Eyyûb el-Ensarî, Ebû Saîd el Hudrî, Sâ’d bin Ebî Vakkas, Abdullah bin Abbas, Ebû Hureyre gibi birçok önde gelen ashâbı Rasul nakletmekte…

Evet nedir bu nakil? Ne buyuruyor Rasulullah Aleyhi’s-Selâm:

“Biriniz bir işi ciddî olarak düşünüp karar aşamasına geldiğinde, farzın dışında iki rek’ât namaz kılsın ve ardından şu duâyı yapsın:

Okunuşu:

Allahümme inniy estehıyrüke biılmike ve estakdirüke bikudretike ve es’elüke min fadlikel azıym. Feinneke takdirü vel â akdirü ve ta’lemü vel â a’lemü ve ente allâmül guyûb. Allahümme in künte ta’lemü enne hâzel emre hayrün liy fiy diynî ve meâşiy ve âkıbeti emriy fakdürhu liy ve yessirhü liy sümme barik liy fiyhi. Ve in künte ta’lemü enne hâzel emre şerrün liy fiy diynî ve meâşî ve âkıbeti emriy feasrifhü anniy veasrifnî anhu vakdür lilhayre haysü kâne sümme ardınî bihi.

Anlamı:

“Allah’ım ilminle bana hakkımda hayr olanı bildirmeni niyâz ederim. Gücün yettiği için bana güç vermeni isterim. Hayırlı olan tarafın bana açıklanması için, senin o büyük fazlı Kereminden dilerim. Çünkü sen güçlüsün, bense güçsüzüm. Sen bilensin, ben bilemem. Gaybın bütün sırlarını bilen sensin…

Allah’ım, eğer ……(işini söylersin)…… benim dinim, hayatım, âhiretim için işimin sonucunun hayırlı olduğu bilgin içindeyse, bu işi bana kolaylaştır ve nasip et…

Allah’ım, eğer ……(işini söylersin)…… benim dinim, hayatım, âhiretim için işimin sonucunun hayırsız olduğu bilgin içindeyse, beni o işten soğut ve uzaklaştır ve nasip etme…”

Namazda bilenler, birinci rek’âtta “kul ya ehhühel kâfirûn” ikinci rek’âtta da “İhlas” suresini Fâtiha ’dan sonra okurlar; bilmeyenler de her iki rek’âtta “İhlas” okurlar.

Şayet o gece gerekli ve yeterli işaret alınmazsa, yediye kadar devam etmek icap eder. Çünkü Rasul-u Ekrem Enes bin Mâlik’e bu konuda şöyle demiştir:

“Ey Enes, bir işe teşebbüs etmek istediğinde, o iş hakkında yedi kere istihâre et. Sonra gönlünden geçen karara, eğilime bak… Çünkü hayr, gönüldeki temayüldedir.”

Ancak iş acele ise, daha fazla süre de yoksa?

O zaman iki rek’ât namaz kılıp, istiğfâr edip, salâvat getirdikten sonra şu şekilde duâ edilmelidir:

“Allah’ım her şeyi ve bütün gaybı, geçmişi ve geleceği bilen sensin. İçinde bulunduğum durum da bilgin içindedir. Beni nefsime, kendime bırakma; bana hayrı hissettir ve hayrı kolaylaştır… Beni şerri seçmekten koru ve şer yolunu kapa! Senin mülkünde ortağın yoktur, her şeye gücün yeter, ben senin kulunum ve sen de benim Rabbim olan Arşın Âzim Rabbisin. Lütfen bana yol göster, gerçeği ilhâm et.”

Bundan sonra Allah’a tevekkül edip, içe doğan biçimde hareket edilir.

İstihâre ’de şâyet güzel şeyler görülürse, din büyükleri görülürse, yeşil, beyaz gibi renkler görülürse, hayra; siyah, mavi, sarı gibi renkler görülürse de o işten uzak durmaya gayret edilir.

Özellikle, tasavvufla ilgilenmek isteyenlerin, yanlış bir kapıyı çalmamaları için istihâre ehemmiyetle tavsiye olunur…

Bazıları, zaman zaman kendi durumlarını sorma amacıyla da istihâre yaparak bir tür otokontrolde devam ederler.

Şunu unutmayalım ki…

Bize hayr gibi gelip, şiddetle arzuladığımız nice şeyler vardır ki onlar gerçekte bizim için şerdir…

Bize şer gibi gelip, o şeyden uzak durmak için şiddetle direndiğimiz nice şeyler vardır ki onlar da gerçekte hayrdır… Allah bilir, biz bilemeyiz…

Öyle ise Allah’a soran, kesinlikle bilelim ki asla pişman olmaz!”



NOT: Şefaat hakkında daha fazla bilgi isteyen, Üstâdım Ahmed Hulûsi’nin “Şefaat ve Şirk” isimli yazısını okumalarını tavsiye ederim.