Otuz Sekizinci Hadis-i Şerif

Rasulullah (s.a.v.) Efendimiz , şöyle buyurdu:

- “Kulun Rabbine en yakın olduğu an, secde anıdır...”



Secde, varlığın her bir noktasında Esmâ’sıyla Zahir olan Allah’tan gayrının yokluğunu idraktir.

Secde, Allah ismiyle açıklanan Vahidü’l-Ahad’ın (sayısal çokluk kabul etmez TEK’in) ilminde Esmâ’sı ile işaret edilen kemâl vasıflarının açığa çıkış seyri dışındaki tüm varsayımlardan arınmakla tahakkuk eder.

Görüşünde bâtıla yer kalmaz...



HADİSTEKİ inceliklerden bir tanesi de “Rab” isminin kullanılmasıdır...

Yani “kulun, Allah’a en yakın olduğu an” demiyor, Rabbine diyor.

Allah ismiyle işaret edilenin Rubûbiyeti, birimin varlığını oluşturan Esmâ kompozisyonu ile onda açığa çıkışıdır.

Bu açığa çıkış, içten dışa doğru bir açılım şeklinde gerçekleşir.

Konuya açıklık getirmek için Kur’ân’dan ‘Alak Sûresinin ilk iki ayetlerini ele alalım:

“Yaratan Rabbin ismi (ile işaret ettiği hakikatin olan kuvveler) ile OKU!

İnsanı Alak’tan (kan pıhtısı; genlerden) yarattı.”

Dikkat edilirse birinci ayette insanın, Kur’ân’ı (varlığın hakikati ve oluşum gerçeklerini) OKUmasını (kavramasını) sağlayacak gerekli Rabbânî kuvvelerle (Esmâ kompozisyonluyla) meydana getirildiğinden bahsetmektedir.

İkinci ayette ise konuya daha da açıklık getiriyor…

İnsanı alak’tan yarattık diyerek, insanın varlığını oluşturan bu Rabbânî kuvvelerin, onun biyolojik yapısında açığa çıkabilecek şekilde genlerine programlanmış olduğu belirtiliyor.

Yani Allah Esmâ’sının insan varlığını oluşturacak bir biçimde açığa çıkış hükmü, insan genlerine kodlanmıştır.

İşte bundan dolayı: “Allah ismiyle işaret edilenin Rubûbiyeti, birimin varlığını oluşturan Esmâ kompozisyonu ile onda açığa çıkışıdır. Bu açığa çıkış, içten dışa doğru bir açılım şeklinde gerçekleşir.”

Yani anne rahminde sperm ve yumurtanın birleşmesiyle meydana ilk hücrenin genlerine kodlanmış Esmâ’nın sistemsel açılımıyla (hücrenin bölünerek çoğalmasıyla) insan isimli şuur varlığı açığa çıkaracak organik mekanizma (beden ve beyin) oluşmuştur.



BUNLARI BELİRTTİKTEN SONRA biz dönelim konumuza:

“Kulun, Rabbine en yakın olduğu anı, secde anıdır...”

Çünkü varlığın, Allah Esmâ’sının beyin mekanizmasıyla açığa çıkışı olarak Hakk’ın varlığıdır.

Bu gerçeği anlamak suretiyle secde’yi yaşa! Yani, kendinde Allah Esmâ’sının açığa çıkışından başka bir varlık görme vehmiyle yaşamaktan kurtul.

Böylece beyin kapasitene sınır getiren muhayyel perde (varsayımların) kalksın ve beyin potansiyelindeki Esmâ hiçbir şarta bağlı olmaksızın harekete geçebilsin.



SECDE’NİN TAHAKKUKU için kişinin ciddi, disiplinli ve yoğun bir arınmadan geçmesi gerektiğinden, bu her insan için mümkün değildir. Bundan dolayı Rasulullah (s.a.v.) Efendimiz secde’yi gerçekleştiremeyenler için rükû’yu teklif etmiştir.

Rükû’da kişi Esmâ’sıyla zahir olan Allah’ın varlığı yanı sıra yokluğunun bilincinde olmasına rağmen, bunun gereğini yaşayacak yeterlilikte arınmış olmadığından, Allah’tan mağfiret talep eder. Mağfiret, hakikatin gereğini yaşamamıza engel olan düşünce ve davranışlarımızı bastıracak gerekli Esmâ’yı beyinde kuvveye dönüştürme çalışmasıdır.

TaHa Sûresi, 121’inci ayette “mağfiret talebi” şöyle açıklanmaktadır:

“İkisi de (şuur ve bilinç (beden) ondan (ağacın, bedenselliğin meyvesinden) yediler! SEVAT’ları (bedenleri) hissedilir oldu da Cennet yaprağından (bedensellik duygusunu bilinçteki hissedişleriyle) örtmeye çalıştılar! Âdem, Rabbine âsi oldu da yaşayışı bozuldu.”

Ayetten de anlaşılacağı üzere...

Kişi hakikati bilmesine rağmen, bedenin beyin üzerindeki etkisiyle kendini Allah’tan ayrı görme hali devam eder.

Kişinin bu hali okyanusta yüzen bir cam şişe içine hapsolmuş suya benzer. Şişenin içinden okyanusun sonsuzluğunu seyreder, ne var ki şişenin dışına çıkıp okyanusla bütünleşemez.

Okyanusta, okyanustan ayrı yaşamanın üzüntüsü içindedir.

Zaman zaman kendini içinde hapsolduğu cam şişe zannederek, hakikati olan okyanustan perdelenir. Bu perdelenme hali onda hakikatinden uzaklaştığı hissini uyandırır.

Uzaklık duygusunu yaşatan cam şişenin perdeleme hallerinden korunmak için, hakikatine yaklaştıracak bir takım çalışmalar yapmaya başlar. Böylece varlığındaki Hakk’ı, pardon okyanustan ayrı olmadığını hissetme halini yaşayarak teselli bulur.

Ta ki cam şişenin eceli gelip, kendiliğinden kırılana kadar. Ondan sonra okyanusla bütünleşir! İnsan da bedenin ölümüyle, beden kayıtlarının dışına çıkarak Hakk’ı müşâhede eder.

İşte bu, rükû ile kişinin mağfiret bulmasına misaldir.

Doğrusunu bilen Allah’tır...



Not: Rükû ve Secde konuları hakkında daha fazla bilgi isteyenlere Üstâdım Ahmed Hulûsi’nin konuyla ilgili kitaplarını okumalarını tavsiye ederim.