Otuz İkinci Hadis-i Şerif

Rasulullah (s.a.v.) Efendimiz , şöyle buyurdu:

- “ALLAH’ın nehri geldiği zaman, İsa’nın nehri batıl olur...”



Rasulullah (s.a.v.) Efendimizden bizlere ulaşan bilgiye göre, kıyamet alametlerinden olarak bilinen Mehdi, Deccal ve İsa konusunun seyri özetle şöyledir:

“Önce Mehdi gelecek ve insanlara İslâm dininin hakikatini açıklayarak bütün mezhep ve tarikatları kaldırıp, Rasulullah (s.a.v.) Efendimizin zamanındaki inanç sistemini yeniden canlandıracaktır...

Sonra, Mehdi’nin açıkladığı hakikat ilminin imtihanı olarak, tanrılık iddiasıyla Deccal açığa çıkacak ve kendine inanıp tabî olanlara dünyada cenneti vaat edecektir...

Deccal’in ardından İsa tekrar dünyaya gelecek ve Mehdi’ye tabî olup, Muhammedî ilmi almasının diyeti olarak Deccal’i öldürecektir. İsa’yı gören Deccal suyu görmüş tuz gibi eriyip gidecektir.”

Bu konunun hem zahirî hem de batınî manası detaylarıyla Üstâdım Ahmed Hulûsi’nin ilgili kitaplarında mevcut olduğundan, burada sadece konumuz olan hadisle ilgili anlamı üzerinde duracağım.



MEHDİ AÇIĞA ÇIKMADAN önce, Son Müceddid ile Mehdiyet dalgaları dünyaya yayılarak insanlık İslâm dininin hakikatini bilme açılımına kavuşacaktır. ( “İkinci Hadis-i Şerif” bölümünde Son Müceddid hakkında bilgi mevcuttur...)

İslâm’ın hakikati,

- Hz. Muhammed (s.a.v.)’in Allah ismiyle açıkladığı Vahidü’l-Ahad’ın (sayısal çokluk kabul etmez TEK’in) ilminde holografik esasa göre meydana gelen evrenin her bir noktasında, Esmâ’sı ile işaret edilen (kendini tanımladığı) öz vasıflarıyla yüz gösterenin kendisinden gayrısı olmadığı;

- İnsan beyninin, bu hakikati kavrama ve gereğini yaşama fıtratıyla meydana getirildiği;

- Bundan dolayı insanın bedensel bir varlık olmayıp, Esmâ hakikatinden meydana gelen ölümsüz bir şuur olarak evrensel bir varlık olduğu;

- Bedenin ölümünden sonra beynindeki Esmâ potansiyelinden kuvveye dönüştürdükleri ile evrenin hakikati olan holografik tekil bilgide yerini alacağı ve aşama aşama boyutlar değiştirip, o boyutların uygun bedenlerine dönüşerek seyrine devam edeceği; anlaşılarak tanrı kavramının (ötede veya ötende bir yaratıcı ilim ve kudret) geçersizliğinin idrak edilmesidir.

Mehdiyet devrindeki bu ilmî açılımı değerlendire-bilenler, Hz. Muhammed (s.a.v.)’in Risâletinin hakikati ile tanışarak Kur’ân sırlarına ermenin altın çağını yaşayacaklar.

Peki kimlerdir o değerlendirebilecek olanlar?

Tabi ki bu ilmin imtihanı olarak her birimizin karşısına dikilerek kendisine tapınılmasını isteyen Deccaliyetin etkisine kapılmayanlar.

Nedir o Deccaliyet bilir misiniz?

Deccaliyet, İslam’ın hakikatini yaşamaktan alıkoyan bedenin dünyasıdır.

Akı kara (doğruyu yanlış), karayı ak (yanlışı doğru) göstererek kişiyi her türlü bedensel ve dünyevî zevklerle meşgul edip, İslâm’ın gereklerini uygulamaktan alıkoyacak olan Deccaliyet dalgaları medya ile öyle bir yayılacak ki girmediği kalp, pardon ev kalmayacaktır.

Günümüz dünyası bu gerçeği yansıtmaktadır...

Son Müceddid’in bilimsel bakışa dayalı olarak kesin ve sağlam delillerle açıklık getirdiği Kur’ân bilgisi ve Rasulullah açıklamalarına rağmen, birçok insan Deccal’in sahte cenneti olan dünya zevklerine dalarak, bedensellik fikri içinde tükenmektedir.

Yaşadığımız bu devir, Hz. Muhammed (s.a.v.)in Risâlet işleviyle açığa çıkardığı varlığın hakikati bilgisi, oluşum ve gelişim sistemi gerçeklerine dayalı olarak, Nübüvvet işleviyle bildirdiği insanların ebedî yaşamlarını kazanmaları için yapmaları gereken çalışmalardan alıkoyacak, gereksiz konularla beyinlerin meşgul olması devridir.

Rasulullah (s.a.v.) Efendimiz: “Deccal ortaya çıktığı zaman, mü`minler, onun cehennemine atsınlar kendilerini, cennetinden kaçınsınlar!” buyurarak Deccaliyet devrinde Risâletine iman edenlerin, bildirdiği hakikatin gereklerinin yaşanması için bedenin tabii istek ve arzularını kontrol etmelerinin ne kadar zor olacağına işaret etmektedir.

Çünkü biz hakikate dair ne bilirsek bilelim veya ne hissedersek hissedelim, bedensel işlevler bizi daima bedenin tabiatı doğrultusunda hareket etmeye teşvik ederek hakikatle bağımızı koparmaya çalışacaktır. Özellikle bedenselliğe sevk edecek her türlü etkenlerin bol olduğu Deccaliyet devrinde kişinin hakikatiyle bağının kopması hususu daha güçlü bir şekilde yaşanacaktır!

Rasulullah (s.a.v.) Efendimizin bildirdiği hakikate imanın gerçeğini ve gereğini yaşamak için düzenli ve sürekli bir biçimde yapacağımız ibadet (mücahede ve riyâzet) çalışmalarıyla beynimizde oluşturacağımız ve geliştireceğimiz özel kuvveler, bizi bedenin tabiatı etkisi ve güdümü altında yaşamaktan koruyacaktır. Bu sayede epifizden beyne geçiş yapan yüksek frekansların beyin faaliyetlerini artırmasıyla bedensel algılamanın dışındaki evrensel gerçeklerle iletişimimiz devam edecek, bunun ilham yollu hissettirdikleri bizi Deccaliyetin her türlü fitnelerinden (bedenselliğin getirisi her türlü perdelenmelerden) koruyacaktır.

İşte beynin evrensel gerçeklerle bağlantıya geçerek açılım kapasitesi oranında evrensel boyutlara yayılımı ve evrensel planda kendini tanıma açılımı Kudsî Hadis’te bahsi geçen “İsa (a.s.)’nın nehri”dir.

Nehr kelimesi vüs’at, bolluk, genişlik anlamlarına gelir.

Bedensel girdiler, beyindeki potansiyel Esmâ’yı bedensel kuvvelere dönüştürür... Bu da bizim kendimizi bedensel varlık kabul etmemize ve bedensel özelliklerle sınırlı bir yaşam sürmemize yol açar.

Buna mukabil evrensel girdiler, beyindeki potansiyel Esmâ’yı evrensel kuvvelere dönüştürür... Bu da bizim kendimizi Esmâ hakikatinden meydana gelen evrensel bir varlık olarak tanımamıza ve evrensel kuvvelerle aşkın bir yaşam sürmemize yol açar!

Dolayısıyla kişinin evrensel kuvvelerle aşkın bir yaşam sürmesi, mecazda Hz. İsa (a.s.)’nın kişinin dünyasına nüzulü olarak, Hz. İsa (a.s.)’nın nehridir.



BEYİN PERFORMANSININ ARTMASIYLA beynimiz beden ötesi verilere karşı duyarlı hale gelir ve beyinde daha önce harekete geçmemiş kuvveler tetiklenerek gün ışığına çıkar. Bununla beraber beyindeki bedensel kuvveler ve bunun oluşturduğu bedensel varlık sanısı bilinçaltına itilir ve kendini fark ettirmeden arka planda hakikati bulandırma işlevine devam eder. Buna Rasulullah (s.a.v.) Efendimiz “gizli şirk” demiştir.

Bunun üstesinden ise ancak Allah’ın nehri gelir...

Allah’ın nehri, Ulûhiyet hükmüdür... Ki Vâhidiyet mertebesinde, Rahmâniyet vasfının işaret ettiği Zatî Sıfat ve Esmâ’sı ile Allah’ı bilmenin getirisi olan teklik noktasından bakma şuuru/Mardiye bilinci; Ahâdiyet vasfının işaret ettiği Zatî hakikatiyle Allah’ı bilmenin getirisi olan evrenin hiçliği ve varlığının (benliğinin) yokluğunu idrak; ve tüm bunları kendi nefsinde müşahede edebilmektir. Bu da Rasulullah s.a.v. Efendimiz ve O’nun varisleri olan İnsan-ı Kâmil derecesindeki mahdut zatların müşahedesidir (ki bizlerde onların bildirmesiyle bu konu hakkında bilgi sahibi oluyoruz). Hac Sûresi 52’nci ayette bu husus şöyle açıklanmaktadır:

“Senden önce hiçbir Rasûl (hakikat ve marifetlerden haberdar eden) ve hiçbir Nebi (ilâhî hükümleri ulaştıran) irsâl etmedik ki, o (şuurundaki idrakı gereği) temenni ettiğinde, onun idealine, şeytanı (beşerî yanını oluşturan oluşmuş benliği – bilinci) bir fikir ilka etmiş olmasın! Allâh (Esmâ hakikati şuuruna yansıyarak), şeytanın ilkasını geçersiz kılar; sonra da kendi işaretlerini en sağlıklı kesin şekilde yerleştirir! Allâh Aliym’dir, Hakiym’dir.”

Zira yapmakta olduğumuz ibadet (mücahede ve riyâzet) çalışmalarının bilinçaltına ittiği ve bilinçaltında işlevini hissettirmeden devam ettirerek bilincimizi bulandıran bedensel kuvvelerin hükmü ancak böyle bir müşahede ile düşer. Abdülkerîm Ceylî (k.s.) Hz.lerinin ifadesiyle: “Bir kimse ki Hakk’ın cezbesine kapılır, mücahede ve riyâzatla, nefsanî tabiat ilâhî nûrların tezkiyesi altında yok olup gider ya da kapalı kalır.”

(Bu konu hakkında daha fazla bilgi isteyenlere Üstadım Ahmed Hulûsi’nin “İnsan ve Sırları” kitabı, “Din Nedir?” bölümünü okumalarını tavsiye ederim)

Allahu Ekber ile vurgulanan, Hz. Muhammed (s.a.v.) ’in açıkladığı Ahâdiyet vasfının fark edilmesi tüm ilimlerin özü olup, Rasulullah (s.a.v.) Efendimizden önce hiçbir ümmete bu ilim nasip olmamıştır.

Öyle bir ilim ki hiçbir derinliğin ve teferruatın hakikat müşâhedesini bulandırmasına izin vermez!

Evet... Rasulullah (s.a.v.) ’a iman etmenin gereği ibadetleri yapmanın getirisi olan kudret zuhûruyla bir takım aşkın hissedişlerimiz ve kesb ettiğimiz bazı evrensel kuvvelerimizin bedensel kuvvelerimize üstün gelerek bastırmasına rağmen; her an farkında olmadan bilinçaltında işlevine devam eden bu bedensel kuvvelerin hakikati müşâhedemizi bulandıracak etkilerine kapılabiliriz.

İşte bu yüzden: “ALLAH’ın nehri geldiği zaman (kul, Allah’ı Zât, Sıfat, Esmâ ve Ef’al mertebeleriyle kendi zatında müşahede ettiğinde), İsa’nın nehri (her bir engelin üstesinden kudret zuhûruyla gelinmesi esası) batıl olur...”

Haddimi aşıp sürçü lisan ettiysem affola...

Doğrusunu bilen Allah’tır...